Erdoğan, Haymana’nın hem Sakarya Meydan Muharebesi'ndeki hem de genel Türk tarihinde sahip olduğu kritik önemi anlattı. Dr. Erdoğan, söyleşisine strateji, taktik ve hedef kavramlarının savaşlardaki önemine değinerek başladı.
Erdoğan'ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
"ONLAR BU YOLU GİDERKEN MUSTAFA KEMAL PAŞA ELLİNCİ KEZ DÖNÜYORDU"
"Aslında strateji ve taktik ikizliği üçüz. Bir de hedef var. Ondan bahsedilmediği takdirde strateji ve taktik havada kalır. Hedef, strateji ve taktik, Şimdi hedef nedir? Hedef, en başta bir amaca ulaşmak için ortaya konan, barınması gereken nokta. Strateji o noktaya ulaşmak için izlenmesi gereken ana yol.
Taktikse her şeyi başladıktan sonra o stratejinin uygulanması için atılacak adımlardır. Yani başkomutan Mustafa Kemal Paşa hedefi belirler. Ardından, normalde olması gereken ama başkomutan da bizzat o sürecin içerisinde yer almıştır. Stratejiyi, o hedefi göz önüne alarak genelkurmay belirler. Stratejiyi batı cephesi komutanlığına gönderdikten sonra da o stratejiyi uygulayacak ve adımları belirleyecek saha uygulayacak kişi batı cephesi komutanıdır. Şimdi iki tarafı ele alalım; Yunanların hedefi neydi? 1 ay önce Sakarya’dan Kütahya Eskişehir mevziilerinde Türk ordusunu elinden kaçırmış, fakat biliyor ki yarı mevcuduyla da olsa bir şekilde o kapandan çıkmayı başarıp Sakarya Nehri’nin hemen doğusunda mevzilenen Türk ordusunu eğer yok etmezse bu tehlikeyi bertaraf etmezse, bu ordu birkaç ay içerisinde kendine gelecek. Hatta daha da güçlenecek ve önünde sonunda mutlaka İzmir'in kapısına dayanacak. O yüzden olmazsa olmaz en büyük kayıpları onların en başta o Kütahya'yı kazandık dedikleri Kütahya Eskişehir muharebelerinde ellerinden yaralı kurdu kaçırmış olmalarıdır. Hedefleri Türk ordusunun ve onun sırtını yasladığı Ankara'yı tamamen tehlikesiz hale getirmek. Bu da nasıl olabilir, orduyu yok etmek. Ankara'nın batısında kalan bütün askeri destek unsurlarını ortadan kaldırmak. Bunun için de çok karmaşık bir strateji beliriyorlar. Şimdi şunun da altına çizelim. Sakarya önüne geldiklerinde henüz daha 100 yıllık olmayan bir devlet Yunanistan. Evet, bir ordu kurmuşlar. Evet, bir Harp Okulu kurmuşlar. Subay yetiştirmişler. Fakat kendi kurmaylarını yetiştiremedikleri için dünyanın dört bir tarafında işte Fransa'ya İngiltere'ye Almanya'ya parlak subaylarını göndererek kurmaylık bir eğitimi aldırmışlar. Şimdi bunlar da tabii kendilerine göre kendilerini ispat derdinde. Sarigiannis ve bir de Pallis kurmay başkanı ve Harekat Şube Müdürü. Bunlar en güvendikleri Kurmay subayları. Öyle bir plan hazırlıyorlar ki. Normalde o güne kadarki teamül şudur: Sağ göz edip sol vurmak. Yani olayı kilitlenen bir mevzi muharebesi haline getirmeden önce bir asker grubuyla bu bir tümen de olabilir. Bir kol orada da olabilir. Oyalama taarruzu yaparken cephenin bir kesiminde, öbür kesiminden asıl yumruğu vurmak. Onlar demişler ki; ‘Türkler bunu bekliyor olabilir, o zaman biz olayı biraz daha karmaşıklaştıralım.’ Bir kolorduyla en kuzeyde Polatlı tarafından oyalama yaparken bir kolorduyla da Mangal Dağı Türbe Tepe arasında ki Demirözü vadisinden bir kolorduyla da yarma harekatı yapalım. Türkler uyandıklarını sandıklarında Demirözü vadisinden yaptığımız harekatın asıl harekat olduğunu anladıklarında iş işten geçmiş olsun. Nasıl? Bir üçüncü kolorduyla da açıktan hiç göstermeden kuşatma yapalım. Asıl güvenlikleri bu kuşatma harekatı. Şimdi bilmedikleri şey şu; Mustafa Kemal Paşa, onlar bu yoldan giderken ellinci defa geliyordu. Geçmediği cephe, girmediği muharebe türü kalmamıştı. Her şeyden önce çok okuyan ve harp tarihine çok hakim olan bir komutandı. Onlar bu stratejiyi 1905’teki Mukden Meydan Muharebesi’nden almışlardı. Mustafa Kemal Paşa’nın her adımını çok iyi bildiği bir muharebe. İlk anlarında zaten adamlar Haymana önüne geldiklerinde onların girişiminin bu doğrultuda olduğunu gördüğü anda ona göre tedbirini alacaktır.
Peki taktik nedir? Yunanlılar bu stratejiyi uygulamaya başladıktan sonra kolordu ve tümen komutanlarının atacakları adımların hepsi taktik olacaktır ki 22 gün ve gece güren muharebenin sonunda Yunanlılar resmi anlatımlarında şöyle söyleyecekler: ‘ Biz her adımı doğru attık. Hatta pek çok tepeye ele geçirdik. Muharebeyi kazanıyorduk ama o son vuruşu bir türlü yapamadık. Aslında bunun askeri değil de özeti şudur; ‘Biz taktik başarılar elde ettik ama strateji söz konusu olduğunda yenildik. Kaybettik, hizmete uğradık.’ İşte, onlara bu hezimeti yaşatan aslında tam olarak bizim taraftan baktığımızda söyleyeceğimiz Hedef strateji ve taktiktir. Ne dedik? Yunan tarafı bu.
Türk tarafına bakalım; işte Türk tarafının, Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa'nın kurguladığı stratejileri tam bu noktada onlara taktik başarılar vererek sürekli bozkırın içine, derinliğine doğru çekmek ve bu sırada da onlara hem kan kaybettirmek hem de lojistik noktaları olan Emirdağ ve Sivrihisar'dan olabildiğince uzaklaştırmak. Bir taraflarını tuz yönüne dayayıp süvarilerle de onları perişan etmek. En başta koyduğumuz hedef şu; yok olmamak. Bundan daha basit bir hedef olamaz. Yunanlılar yok etmeye geliyor. Bizim hedefimiz gayet net; yok olmamak. Püskürtmek, geri göndermek. Stratejimiz Aslında Mustafa Kemal'in harp tarihine ne kadar iyi bildiğinin ve ne kadar iyi bir satranç oyuncusu olduğunun da kanıtıdır.
"COĞRAFYA DAHİ BİR KOMUTANIN EN ÖNEMLİ MÜTTEFİKİDİR"
Strateji; geçmişten günümüze kadar pek çok devlette pek çok Türk ordusunun kullandığı sahte ricat, kimilerinin Turan taktiği olarak adlandırdığı Hilal Taktiği dediğimiz taktiği biraz değiştirip dönüştürerek kullanmak. Merkezdeki Kuvvetleri geri çekerek düşmanı içeriye çekip kanatlardan kuşatmak yerine düşmanı ana çıkış noktalarından menzil noktalarından onu cephane yiyecek içecek basın bakımından besleyecek noktalardan en uzak noktaya atacak yer neresi? Güneydoğu kanadımız. Onu olabildiğince güneydoğuya doğru çekerek düşmanı Tuz Gölüne doğru itmek. Buraya çok yakın olan Tuz Gölü'ne doğru itmek. Onlar uzaklaştıkça araya girecek süvarilerle de sürekli ikmal kollarını vurmak düşmanı bozkırın ortasında aç, susuz, cephanesiz, sefil, perişan halde bırakmak. Yani Kurşun ata ata değil arkadan dolanıp boğazını sıkarak pes ettirmek. Başka da bir şansımız yok. Neden? Kütahya Eskişehir muharebelerinde ordu yarı mevcudunu savaş donanımının yarısını kaybetmiş. Bu durumda ne devreye giriyor? Askeri felsefenin küresel ölçekte en önemli isimlerinden birisi der ki, ‘coğrafya dahi bir komutanın en önemli müttefikidir.’ Çok fazla komutan bunu ciddiye almaz. Coğrafyayı bir kuvvet çarpanı yani elindeki silahlı gücün etkisini biraz daha artıracak bir faktör olarak kullanır ama Mustafa Kemal, Sakarya Meydan Muharebesi’nde coğrafyayı ordunun o yarı eksiğini tamamlayan asıl kuvvet olarak kullanmıştır.
Şimdi iki anekdot var. Biri Yunanlılar tarafından olsun bir tanesi de bizden. Şimdi coğrafya dediğimiz şey sadece fiziki coğrafyadan ibaret değildir. Bir de beşeri coğrafya var. Yunanların en büyük hatası Sakarya taarruz planları hazırlarken haritaya bağımlı kalmış olmaları. Çünkü bilmedikleri bir coğrafya, daha önce gelmemişler ve görmemişler. İstihbarat beslenimi mümkün değil. Çünkü artık Türk arazisinin içindeler. Kendi işgal sahalarında, açıyorlar haritayı bakıyorlar. Bizim Bozkır'da Ağustos sıcağında neye ihtiyacımız olabilir? Suya. Harita bu; bir sürü su var. Sakarya Nehri'nin kolları dolu her yer Ankara çayından güneye doğru, saymakla bitmez. Bir sürü orada akarsu var. Diyorlar ki su ihtiyacınızı biz buralardan karşılarız. Başka neye ihtiyacımız olabilir? Kamyonlarla zaten hareket edeceğiz, arazi düz bir bozkır. Tamam biz bozkırda bu kamyonların kullanarak bütün ikmalimizi ve nakil işlerimizi halledebiliriz. Peki gerçek böyle mi? Şimdi Haymana topraklarında biraz daha kuzeyde gün yüzüne doğru giderken ya da Polatlı'ya doğru çıkarken Sakarya Nehri’nin kolları düz bir arazide ilerler. Bu nedenle de menderesler oluşturur ve suyun özellikle yoğun geldiği dönemlerde taşkın yapan bataklıklar var.
"SAVAŞTIKLARI COĞRAFYAYI BİLMEMENİN BEDELİNİ AĞIR ÖDEDİLER"
Yunanlar o kadar emin geliyorlar ki zafer kazanacaklarından, yanlarında iki fotoğrafçı getiriyorlar. Çektikleri Sakarya Harekatı sırasında bütün fotoğraflarda görürsünüz. Bunu ben tabii 100 sene sonra bunu gülerek anlatıyorum. Onlar açısından bir dram. Suya yaklaşmışlar ama ulaşamıyorlar çünkü arada bataklıklar var. Bütün diğer beslenebilecekleri su noktalarından da yararlanmamaları için elimizden geleni yapmışız. Şimdi adamlar susuz, suyu bile Emirdağ’dan kamyonlarla, nakil vasıtalarıyla getirmek zorunda kalıyorlar. Bakın bir açık verdiler. İkincisi ne dedik; yani üçüncü konu ordusu kuzeydeki Kolordu Sivrihisar’dan, diğer ikisi Emirdağ’dan beslenecek ekmekleri de oradan gelecek. Oralarda fırınlar kuruyorlar. Trenlerde yine fotoğrafları var bunların. Tonlarca unu yığılmışlar oraya, deliler gibi ekmek üretiyorlar ve ekmekler biraz dayanıklı olsun diye çuvallarla cepheye gönderiliyor. Lojistikten Sorumlu Şube Müdürü Albay Spridonos, daha sonra hatıratın da şöyle anlatacak; ‘İlk gün cepheye ekmekleri çuvalla gönderdim. Ertesi gün o çuvallar geri gelmedi. İkinci gün tekrar gönderdim. Yine geri gelmedi. Üçüncü günden sonra zaten gönderecek elimde çuval kalmamıştı. 4. günde ekmekler küflenmeye başladı. Beşinci günden sonra asker mecburen aç kaldı. İki günde bir ekmek yemeye başladı. Bunun nedeni ne? Coğrafya, sadece fiziki coğrafya değildir. İklim de coğrafyanın bileşenidir. Onlar şuna bakıyorlar; Ağustos'ta çok sıcak. Evet, Ağustos'ta çok sıcak gündüz ama gece palto giymezsen Çaldağı’nda donarsın. Türk hatıratında ‘gece birbirimize sarılarak yattık’ diye anlatılır. Yunan askerleri gece soğuğunu gördüğünde ilk geceden itibaren gelen un çuvallarını kimisi giyiyor, kimisi altına seriyor, kimi üstüne seriyor. Dolayısıyla üçüncü günden sonra bir daha un çuvalı gitmiyor. Yunanlar savaştıkları coğrafyayı bilmemenin bedelini çok ağır ödüyorlar.
“BİZ BU BOZKIRIN ÇOCUĞUYUZ”
Peki, bizim tarafa bakalım. Tam tersi, biz bu bozkırın çocuğuyuz. Rahmetli Turgut Özakman Kurtuluş dizisinde onu çok güzel konuşturur bir replikte. Der ki ‘Biz bu Bozkır'ın, bu toprakların çocuğuyuz. O bizim nazımızı çekmeyi bilir. Biz onun kahrını çekmeyi biliriz. Atlarımız da öyledir.’ Evet, Türk atları belki boyları İngiliz atları kadar çok yüksek ve heybetli değil, baktığınız zaman sütçü beygiri dersiniz. Fakat bu atlar aynı Anadolu insanı gibi aynı Haymana'nın insanı gibi o bozkırda mülayim, mütevazi, kalender yaşamayı, davranmayı, sabırlı olmayı, metanetli olmayı bilir. Belki çok hızlı koşamaz İngiliz atları kadar ama o atlar bir günde 30 kilometre tık demeden, hatta 50 kilometre yol yapabilirler. Hatta İkinci Kolordu Komutanı Prens Andreas isyan edecektir. Diyecektir ki ‘Bu İngiliz atlarını merasim beygirlerini göndermişler. Bozkırda bir kilometre bile gitmiyor bu hayvanlar’ diyecektir. Gerçekten de bizim süvarimiz adamların cephe gerisinde at oynatırken onların koskoca 5 alaylık Süvari tümeni neredeyse hiç yoktur savaş sırasında. Kamyonlarına çok güveniyorlardı. O kamyonlar, o bataklıklara saplanır. Bozkırda gevenlerin üzerinden gidemez.
"BU ONLARIN PERİŞANLIĞININ GÖSTERGESİ"
Bakın en ilginç bulgu bana hep şunu sorarlar; ‘Bugüne kadar halk Meydanı'nda bulduğum en ilginç şeyler nelerdir?’ Hep şunu söylerim, Mangal Dağının eteğinde tam kayalıkların başladığı yerde, bizim çocukluğumuzda bisiklet yamaları vardı. Lastik patladığı zaman o yamayla yamardık. Onun bir de alüminyum kılıfı olurdu. Eti Petibör bisküviye benzer bir şekilde. Aynı onun gibi, Yunanlıların kamyon lastiğinin yamasını bulmuştum. Üzerinde Grek alfabesiyle yazılmış yazıları olan. En ilginç bulgu budur. Yoksa şarapnel, mermi, kovan, her yerde var. Bu onların perişanlığını göstergesi çünkü.
"HAYMANA COĞRAFYASI BU TOPRAĞIN ÇOCUĞUNA ZAFER GETİRDİ"
O kamyonlar evet Kütahya'da ve İnönü'nde belki işe yaradı. Neden? Payitahta yakın yol olan yerlerde o kamyonları kullanabildiler ama burası bozkır. O kamyonla ne yapabilirsin? Bakın, 120 kamyon yola çıkarıyor. Mürettep Tümen Komutanı Ahmet Zeki Soydemir bir baskın yapıyor, 36 kamyonu zar zor kurtarıp geri kaçırabiliyorlar. Geri kalan kamyonların hepsi elimize düşüyor. Fakat talihsizlik, o zaman kamyon kullanmayı araba kullanmayı bilen yok. Sadece 12 kişi çıkıyor. 12 kamyonu bizim karargâha gönderebiliyoruz. Geri kalanları yakıp ileriye deviriyorlar. İşte burada şu da görünüyor. Yoksulluk da coğrafyanın bir parçası ve yoksulluk da bizim aynı zamanda hem müttefikimiz oluyor Sakarya'da, hem de handikapımız. Ama ne olursa olsun. İki ordu çarpıştığında aradaki en belirleyici faktör coğrafya ve burada da Allah'ın bir lütfu olan coğrafyayı çok çok iyi bilen ve kullanan bir baş komutana sahip olmamız. Haymana coğrafyası bu. Haymana coğrafyası, alışık olmayana felaket, o toprağın çocuğuna zafer getiren topraklar.”
Söyleşinin ardından Dr. Erdoğan'a, Haymana Belediye Başkanı Levent Koç tarafından çiçek ve plaket takdim edildi.