Genel seçimlerin özellikle ikinci turunda muhalefet söylem değişikliği ile mülteciler konusunun altını çizdi. Türkiye’de sayısı kimse tarafından bilinmeyen yabancıların akıbetini sorguladı. Bu mülteci sorunu aslında bugünün ve geleceğin ülkemiz adına en büyük belası. Ucuz çoban ve ucuz işçilik ile başladı “Aslında memlekete faydaları var” yumuşatmaları. Bunların haricinde tek bir faydalarını söyleyenin alnında öperim. Zincirinden koparılmış gibi ülkeye sel gibi akan bir güruhun öngörülemeyen devasa tehlikesini anlamak için baya bir salak olmak gerekiyor. Bakın 1980’li yıllarda yanılmıyorsam Yeni Zelanda bu sorunu nasıl çözmüş. Orada yükselen işçi maliyetlerini dışarıdan vasıfsız işçi bulmakla çözme yoluna gitmişler. Ama bizim gibi sınırları açıp “ipini koparan gelsin” yöntemiyle değil tabii. Önce işyeri ve tarım işletme sahipleri devlete ihtiyaçları olan kişi ve rakamları bildirmişler.
Aradıkları basit vasıfları da kısaca belirtmişler. Devlette komşu ülkelere duyuru yaparak başvuru ilanı açmış. Komşu ülkelerdeki kişiler kendi yapabilecekleri iş için başvuruda bulunmuş. Şartları sağlayan binlerce kişi kontrollü şekilde yerine göre aileleri ile Yeni Zelanda’ya alınmaya başlanmış. Her biri kısa birer mülakattan geçirilmiş ve talepte bulunan işyerlerine yine kontrollü bir şekilde verilmiş. Her biri en ince detayına kadar kayıt altına alınmış, daha sonra sorumluluğu işyeri sahibine devredilmiş. İşveren belirli dönemlerle çalıştırdığı işçilerin doğum, ölüm, hastalık gibi olaylarını yine sektirmeksizin devlete bildirmiş. En küçük bir asayiş olayında sorumluluk işverene verilmiş. Böylece dağ başında doğan bir çocuğun bile kaydı en ince detayına kadar devletçe bilinmiş. Kim nerde ne yapıyor, ne işle meşgul, kaç kişiden müteşekkil, anlık veri olarak devlette yer almış. Böylece yüzbinlerce kişi kel, kör, topal ya da sağlıklı olarak devlet envanterinde milim sapmadan yer almış. Her iki tarafta mutlu onlar ermiş muradına.
Biz bu konuda “Murat gilin damından atlayamadık” Bugün Türkiye’de kim nereden, nasıl, kaç kişi geldi, nerede kalıyor, ne iş yapıyor bilen yok. Sınırdan sel gibi akan kişiler terörist mi, kaçakçı mı, katil mi, ya da ülkelerinde birer kanun kaçağımı kimse bilmiyor. Ülkenin birçok yerinde gruplar halinde yaşayıp, her türlü gayrı meşruluğa soyunurken kimse “Lan ne oluyoruz” demiyor, ya da diyemiyor. Diyen de ya ırkçı, ya faşist damgası yiyor. “Aynı dinden değil miyiz. Gerisi teferruat” ya da “2 bin 500 liraya çalıştırıyorum. Eşek çalıştırsam daha pahalıya gelir” mantığı ve basitliğinde. O eşek yarın tepince kimse sızlanmasın o vakit. Sadece Haymana’da son 10 yılda 3 Afgan cinayetine şahitlik ettik. Kaç kişi neye göre vatandaşlık aldı, sorgulanamıyor. Bu insanların ekonomiye yükleri ne kadar bilinmiyor, ya da saklanıyor. Eğitimden sağlığa kaç TL kendi insanımızdan kısılarak bu insanlara harcandı, soran bilen yok. Neticede bu tüm partilerin ve herkesin ortak sorunu. “Biz yollarız, biz bağrımıza basarız” meselesini iş çoktan aştı. “Işığı gören gelsin” işgüzarlığı ile devam ettiğimiz sürece, kendi ışıklarımızı söndürüyoruz.. unutmayın.