"Mutlu olmak" isteği her dönemin olduğu gibi, bizim dönemimizin de temel sorunları arasında yer alıyor. İnsanoğlu mutlu olmak istiyor ancak ne yaparsa yapsın mutluluğa erişemiyor.
İnsanda o kadar büyük bir aşk, hırs, arzu ve üzüntü vardır ki yüz binlerce âlem kendisinin malı olsa, bununla da huzur bulmaz, rahata kavuşmaz. Uğraştığı her işte, yaşadığı her yerde ve öğrendiği tüm bilgilerde, kısacası hiçbir şeyde sükûnet bulmaz. Çünkü elde ettiği her şeye rağmen istediğini türlü elde edememiştir.
Mutluluk insanın aradığı, ulaşmak istediği ve kimi zaman kaybetmekten korktuğu bir duygu durumu olarak insanlık tarihi boyunca pek çok ilim dalının konusu olmuştur. Mutluluğun tanımı felsefe ve hikmet okullarının temel meselesi olduğu gibi, dini ve mistik geleneklerin de üzerinde söz söylediği temel mevzular arasındadır. İslâm tasavvuf geleneği de mutluluğu kendi yöntemi ile ele almış; ilk dönemden günümüze kadar pek çok sûfi şair ve müellif, insanın mutluluk arayışı ve onu nihâi mutluluğa iletecek yöntemleri eserlerinde dile getirmişlerdir. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Mevlânâ Celâleddin Rûmî’dir.
Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin eserlerinde de “mutluluk” kavramı hem kendi bağlamında hem de karşıt tüm kavramlarla beraber değerlendirilmiştir. İnsanı mutsuz eden nedenler ve mutluluğa iletecek etkenler farklı bağlamlarda ele alınır. Mevlânâ Celâleddin Rûmi, her şeyden önce insanın dünya ve içindeki unsurlarla irtibatının sağlıklı bir zemin üzerine tesis edilmesi gerektiği kanaatindedir. Eğer insan dünya ve eşya ile ilgili olarak iki temel gerçeği hatırda tutar ve bunların gereği ile hareket ederse sarsılmaz mutluluğa ulaşma yolunda güzel bir başlangıç yapmış demektir. Bu noktada hatırlanması gereken birinci konu, eşyanın değişken ve geçici bir tabiata sahip olduğu ikincisi ise hadiselerin “göreceli” olduğu gerçeğidir.
Mutluluk İçin Dünya Sevgisine Kapılmamak Gerekir
Eşyanın geçici ve değişken tabiatına karşı uyanık olmak, dünya sevgisine kapılmamak, Rûmi’nin eserlerindeki temel meselelerden biridir. Mevlânâ’ya göre insan, dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren maddi ihtiyaçlar ile sarılmıştır ve enerjisinin büyük bir kısmını bu ihtiyaçları karşılamak için sarf eder ki bu makul bir oranda normal bir durumdur. Ancak bu ihtiyaçlar, sonu gelmez arzu ve emellerle baş başa vermişse, kişi bütün ömrünü maddi isteklerin tatmini ve rahat arayışı uğrunda heba edebilir ki bu mutluluk arayışının sonunu getirebilir. Zira dünyada istenilen her şeye ulaşmak mümkün değildir. Üstelik bir nimeti elde etmek için bin türlü zahmete girmek ve bedel ödemek gereklidir. Mevlânâ, söz konusu gerçeği “Çünkü bütün zahmetler, sıkıntılar, üzüntüler bir şey istediğin zaman olmayınca meydana geliyor. Bir şey istemezsen üzüntü de kalmaz.” sözleriyle ifade etmiştir.
Gerçekten de Rûmi’ye göre, insanın bu dünyada yaşadığı bütün zorluk ve mutsuzlukların temelinde eşyanın geçici/yok olucu tabiatını göremeyerek ona sonsuz bir sevgi ile bağlanmak yatmaktadır. Mevlânâ bu gerçeği Mesnevî’sinde su ve testi örneği ile anlatır. Buna göre adamın biri su bulmak kastıyla eline testisini alır ve yola düşer; ancak çeşmeye vardığında su kaynağının kurumuş olduğunu görür. Bunun üzerine adam biraz daha yol alır ve başka bir çeşmeye tesadüf eder. Gürül gürül akan bu kaynaktan testisini doldurmak niyetiyle telaşla koşmaya başladığında, bir anda testi elinden düşer ve kırılır. Mevlânâ dünyada her isteğin tamam olamayacağını, her türlü metanın geçici olduğunu ve dolayısıyla kişinin mutluluğunu bu tür geçici unsurlara bağlamaması gerektiğini bu kısacık hikâye içerisinde son derece etkili bir şekilde ortaya koyar. Mevlânâ, ayrıca mutlak hayır ve şerrin bulunmadığına ve fakat hadiselerin neticeleri bakımından göreceli olarak değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapar. Bunu da Mesnevî’de geçen, “Sen burnunu kanatmak istemezsin ama burnun kanar. Bu kanayış sana sağlık verir.” cümleleri ile açıklar.
Üçüncü olarak Mevlânâ, insanın kendi varlığının, yani insanlığının kıymetini bilmesi gerektiğine dikkat çeker. Dünya ve içindekiler insan için yaratılmıştır. Dolayısıyla Rûmî, ister kayıp ister kazanç olsun, maddi dünyaya dair hiçbir unsurun insan üzerinde etkili olmaması gerektiği düşüncesindedir. Zira âlemdeki her şey insana hizmet için yaratılmış, onun iyiliği ve mutluğuna araç olarak tasarlanmıştır. O halde insan, kendisi için yaratılmış olan nesnelerin hükmü altına girmekten kaçınmalı, hadiselerin elinde oradan oraya savrulmaktan kendisini korumalıdır.
İnsaniyetin Kıymeti Anlaşılmalı
Mevlana’nın gözünden insanın kıymeti kavramını anlamak için Mesnevi’de geçen, sivrisinek ve Süleyman’ın hikâyesini hatırlamak gerekir. Titrek bir şekilde Hz. Süleyman’a gelerek, rüzgârdan şikâyetçi olduğunu söyleyen sivrisinek üzgündür. Rüzgâr yüzünden, canı çekilmiştir. Yuvası sürekli dağılmaktadır. Hz. Süleyman, durumu rüzgâra iletince, rüzgâr durumu hiç hoş karşılamaz, “Sultanım” der, “Allah beni eseyim diye yarattı. ‘Bana es’ dedi. Ben eserim. Ama ona da söyleyin, benim karşımda sivrisinek olmasın güçlensin, sağlam dursun.”
Rûmî diğer bir eseri Fihimâfih’te de insanın kendindeki gücü ve kıymeti görememesiyle ilgili çok anlamlı örnekler vardır. Buna göre, nasıl altın tencereler içinde, pislikli işkembeler kaynatmak abes ise insanın da kendi kıymetini bilmeyerek kalbinde olur olmaz işlerin gam ve kederini, tasasını tutması aynı şekilde insani cevhere bir tür haksızlıktır. İnsanı kendisi için yaratılan şeyin, hizmetçisi derekesine düşürmemek gereklidir. İnsan küçük meseleler için bu dünyaya gelmemiştir. İzzetini yüce tutmalıdır.
Mevlânâ’ya göre, insan bu dünyada belli bir refah seviyesine ulaşıp ondan sonra da rahatını muhafaza etmeye çalışmakla ömür tüketecek bir varlık değildir:
“İnsanda o kadar büyük bir aşk, hırs, arzu ve üzüntü vardır ki yüz binlerce âlem kendisinin malı olsa, bununla huzur bulmaz, rahata kavuşmaz. Uğraştığı her işte ve sanatta, tuttuğu her yerde ve öğrendiği yıldız bilgisi doktorluk ve daha başka şeylerde de sükûnet bulmaz; çünkü istediği şeyleri bir türlü elde edememiştir. Sevgiliye ‘Dilâram’ yani gönül dinlendiren derler. Gönül onunla dilenir, huzura kavuşur demektir. O halde o başka biri ile nasıl sükûnet ve karar bulur. Bu zevklerin, arzuların hepsi bir merdivene benzer. Merdiven basamakları oturup kalmaya elverişli değildir; üzerine basıp geçmek için yapılmıştır. Uzun yolu kısaltmak ve ömrünü bu merdiven basamaklarında ziyan etmemek için, çabuk uyanan ve durumdan haberi olan kimseye ne mutlu.”