Hatimoğulları, Abdullah Öcalan’ın görüşmede, Türkiye’nin mevcut sorunlarının çözümüne dair mesajlarını paylaştı. Hatimoğulları, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
"Bir haftadır, Kartalkaya’da meydana gelen yangın ve ortaya çıkan felaketi, yitirdiğimiz canlarımızı ve yapılan yanlışları konuşuyoruz. İktidar ise ne özür diliyor ne istifa kelimesini ağzına alıyor. Sadece tüm gücüyle sorumluları saklamak istiyor. Bu felakete kapı aralayanlar, sermaye kazansın diye denetim yapmayanlardır. Otel sahibine teşvikler verilmiş, otel sahibi 3 yılda 95 milyon kazanmış. Bunca teşvike, bunca kazanca rağmen tek bir önlem dahi alınmamış. Bu yangını münferit bir olay, bir kaza olarak ele alamayız. Bu yangın bir otel etrafında dönen iktidar-sermaye ilişkisinin çok acı bir fotoğrafıdır. Bu iktidar öyle bir sistem yarattı ki; denetime tabi oluyorsunuz, eksikliklerinizin bir listesi elinize veriliyor. “Yok kardeşim ben bunu kabul etmiyorum” deyip başka bir şirkete gidebiliyorsunuz. Parası neyse verip işin içinden çıkıyorsunuz!
İşte bunlar üç beş kuruş kar elde etmek için denetimleri ahbap çavuş ilişkisine dönüştürüp 36’sı çocuk 78 canımızı yangında kaybetmemize neden oldular.
Bu felaketlerin nedeni aşırı merkeziyetçiliktir. Liyakatsiz atamalardır. Kurumların içini boşaltmaktır. Rant-rüşvet ilişkisidir. Bu faciaların asıl sorumlusu “Bütün yetki benim elimde olsun” diyerek yerel yönetimlerin yetkilerini ortadan kaldırmak isteyen iktidardır. Yerel yönetimleri muhalefet kazanınca 'kayyım atayayım, olmazsa yetkilerine el koyayım' diyen anlayış bu felaketlere zemin hazırlıyor. Türkiye yüzölçümü ve nüfusu bakımından büyük bir ülke. Yangın, deprem, sel vb. felaketlerin ölümlerle sonuçlanmasını engellemenin yolu kent kent altyapıyı sağlıklı bir şekilde inşa etmek, denetlemek, kuralları harfiyen hayata geçirmekle mümkündür.
Bu iktidar yapı denetimleri dahil özel sektöre verdi. Müteahhitler kendi denetleme şirketlerini kurdu. Formaliteden denetleme yapıyorlar. Bunun en ağır bedelini 6 Şubat depreminde gördük.
Yerel yönetimlerin yetkilerini Bakanlıklara devrediyor. Bakanlıklar gerçek denetim yapmıyor. Rüşvet ağı gelişiyor. Kayyım atanmış, yetkileri sınırlandırılmış, felç edilmek istenen yerel yönetimler Türkiye’yi felakete sürükler. Yetkileri, olanakları arttırılmış, merkezi hükümetin tarafsızca denetlediği yerel yönetim modeli şarttır.
Bu yangın felaketinin sorumluları, devletteki tüm kurumlara ve kadrolara el koyarak yandaşları yerleştiren ve liyakatsizlik şampiyonu olan bu iktidardır. Yıllardır ortaya çıkan her katliamda sorumluları cezasızlıkla ödüllendirenlerdir. 6 Şubat depreminin sorumlusu, kurumları doğal afetlere bile müdahale etmeye hazırlamayan bu iktidardır. Öve öve bitiremedikleri AFAD’ın kağıttan kaplan olduğunu bu depremde deneyimledik.
Kurumsal çöküşü gerçekleştiren merkeziyetçi anlayış tam da budur. Bu felaketlerin sebebi 'Biz devleti şirket gibi yöneteceğiz' diyerek, yurttaşı müşteri, canını değersiz gören anlayışın ta kendisidir.
Daha iki yıl önce gerçekleşen depremde, insanlar denetlenmeyen, imar barışı adı altında rant alanına çevrilen binalarda yaşamını yitirdi. Çocuklar tacize uğrayıp katlediliyor. Narin’inin yaşadıklarını hangimiz unutabilir? Kadınlar her gün şiddet görüyor, katlediliyor. Hayvanlar sokak ortasında eziyetle öldürülüyor. Bize reva görülen ölümler, bu iktidarın memleket sevgisinin göstergesidir. Bunlar memleketi, insanını değil; rant, çıkar ve iktidar sevdalısıdır.
Toplum olarak bu yaşadıklarımıza, bize yaşatılanlara alışmamalı, normal görmemeliyiz. Bugün Kartalkaya yangını olduysa, Diyarbakır Çınar, Mardin Mazıdağı yangınında gerekenleri yapmadıkları içindir. Aladağ öğrenci yurdunda yaşananlar denetim olmadığı içindir. Çorlu Tren kazasında kusur yağmurda arandığı içindir. Soma, Ermenek, Şirvan, İliç maden facialarında etkin soruşturma yürütülmediği içindir. 6 Şubat depremlerinde hesap vermekten kaçtıkları içindir. Bakın, Çorlu Tren katliamında olmayan devlet, katliamda ölen Oğuz Arda Sel’in annesi Mısra Öz’ün, hakkını aradığı için cezalandırılmasını istiyor. Mısra Öz diyor ki; “Benim vazoda duran çiçeğim solup ölmedi. Çocuğum öldü.” Adalet isterken o yargılanıyor. Sorumlular serbest. Böyle bir yargı, böyle bir yönetim biçimi olmaz olsun.
22 yıllık AKP iktidarında buna benzer en az 24 facia yaşandı. Bu facialarda, 100 bini aşkın insan yaşamını kaybetti. Rakamları da gizliyorlar. Yine İSİG raporuna göre, AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 tarihinden bugüne iş cinayetlerinde en az 32 bin 478 işçi hayatını kaybetti. Yanlış duymadınız 32 bin 478 işçi… Peki bu ülkeyi bir ölüm ülkesine dönüştüren iktidarda, bunca felaket, bunca katliam sonrası kaç istifa oldu? Kocaman bir sıfır.
Lamı cimi yok. Kültür ve Turizm Bakanı başta olmak üzere, bu felakette sorumluluğu olanlar derhal istifa etmelidir. Sadece istifa da yetmez, yargı önünde göz göre göre gelen katliamın hesabını da vermeliler. Kültür ve Turizm Bakanı derhal istifa etmelidir. Bu bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Bunlara alışmak ve susmak kendimize, topluma yapılacak en büyük kötülüktür. Susmayacağız, korkmayacağız, hakkımız olan her şeyi sonuna kadar savunacağız. Hele yaşam hakkımız için her şeyi göze alacağız.
Türkiye’nin yaşadığı bu dehşet ve vahşetin nedeni demokrasiden yoksun olmamızdır. Türkiye’de yaşanan felaketlerin nedeni otoriterliktir. Demokrasi olsaydı, denetimler sıkı yapılırdı. Yerel yönetimler güçlü olur ve iktidar sermayeyle kol kola girmezdi. Demokrasi olsaydı, bu kadar felaketten sonra istifa bir kaçış değil, halka karşı sorumluluk ve zorunluluk olurdu.
Her felakette görüyoruz ki sınırsız yetkiye sahip bu iktidarın halka ve insan yaşamına karşı sorumluluğu sıfırdır. Bu iktidar için canın değeri yok. Emeğin değeri yok. Halkların, insanın, doğanın değeri yok. Demokrasinin değeri yok. Demokraside insanın değeri vardır. Emeğin değeri vardır. Doğanın değeri vardır. Hak-hukukun değeri vardır.
Hak-Hukuk demek, muhalefet partisi belediye başkanı daha kürsüde konuşurken hakkında soruşturma açmak değildir. Bakın; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu, dün hükümetin muhalefet belediyelerine dönük uygulamalarını ve baskılarını eleştirdiği konuşması tamamlanmadan hakkında jet hızıyla hakkında soruşturma açıldı. Kimse karnından konuşmasın. Olası rakiplerini yargı yoluyla yarışın dışına itmeye çalışmak hukuksuzluktur, demokratik halk iradesini hiçe saymaktır.
İktidara soruyoruz; yakında insanlar konuşmaya başlamadan, daha düşünürken mi soruşturma açacaksınız? Zira size göre düşünen her insan tehlikelidir.
Bakın; devrimci-demokratik çizgiyi savunan ESP’li yoldaşlarımıza yönelik siyasi soykırım operasyonları yaparak, hak-hukuk katlediliyor.
Hak-hukuk demek onlarca insanın katledildiği, 90’lar karanlığının eli kanlı mimarlarının yargılandığı JİTEM davasının talimatla üstünün örtülmesi değildir. Dün JİTEM ana davasında zorla kaybetmeler yönünden zaman aşımı gerekçesiyle dava düşürüldü. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı olmaz. Türkiye barışını konuşurken, geçmişle yüzleşme ve hakikatler açığa çıkarmayla ilgili karartma, dosya kapatma kabul edilemez. Bu davanın kapatılması, apaçık şekilde 90’ların karanlığına sahip çıkmaktır. Katliamları, cinayetleri, yolsuzluk ve hırsızlıkları sahiplenmektir.
Hak-hukuk demek, Gezi’yi bir intikam aracı haline dönüştürerek herkese soruşturma başlatmak değildir. Osman Kavalaların, Can Atalayların, Çiğdem Materlerin çıkmasını beklerken Ayşe Barım tutuklandı. İktidar her sıkıştığında, Gezi üzerinden toplumu sindirmeye çalışıyor. Bu yol doğru bir yol değildir. Toplumsal barışı sağlayacaksak, her türlü demokratik itiraza ve görüşe saygı göstermeliyiz.
Hak-hukuk, adalet demektir. Barış da adalet üzerine kurulur. Hak-hukuk tarafsız ve bağımsız yargı demektir. Demokratik yaşam demektir. Bugün Türkiye’de ana tahribat; demokratik gerileme, hukuksuzluk, açlık, yoksulluk, yıkım, çöküş ve çürümedir. Acilen söndürülmesi gereken yangın budur. Bu sebeple biz diyoruz ki; adalet ve barış için sonuna kadar savaşacağız, mücadele edeceğiz.
Bu felaketleri hayatlarımızdan çıkarmak, bir felakette daha onlarca, yüzlerce canımızı yitirmemek için acil adımlar atılmalıdır. Yerel yönetimlerin yetki ve kaynakları arttırmalıdır. Meslek odalarının yetkili olduğu ve sivil toplum örgütleri ile halkın denetim mekanizmalarına müdahil olduğu bir sistem inşa etmeliyiz. Liyakati esas alarak, denetim ve adalet mekanizmalarını kurmalıyız. Siyaset kurumunun hesap verilebilirliğini sağlayan bir hukuk düzeni inşa etmeliyiz. Ortak akılla hareket ederek bu ülkeyi, değersiz hayatların değil, değerli hayatların ülkesi haline getirmeliyiz.
Hepimizin merakla beklediği ikinci İmralı görüşmesi gerçekleşti. İmralı görüşmesinde neler konuşuldu? İmralı'da ortaya çıkan yol haritası ne? Ben öncelikle Sayın Öcalan'ın dışarıdaki bütün yurttaşlarımız gönderdiği selamı buradan sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sayın Öcalan, küresel, bölgesel ve ulusal krizlerin üst üste bindiği tarihsel bir dönemden geçtiğimizi değerlendirmiştir. 'Bu üst üste binmiş kriz döneminde, Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili oyalama, zaman kazanma, bekle-gör politikalarına tevessül etmek, Türkiye halklarına yapılacak en büyük kötülüktür' demiş.
Yaşanan krizlere karşı Türkiye toplumunu ve bölge halklarını korumanın yolu bellidir. Sayın Öcalan’ın çağrısı nettir. Türkiye’yi demokrasi zeminine çekmek, krizlerden kurtarmanın tek çaresidir. Bu kapsamda, Sayın Öcalan meseleyi şiddet ve çatışma zemininden demokratik hukuk ve demokratik siyaset zeminine çekmeyi hedeflediğini bir kez daha ısrarla vurgulamıştır.
Sayın Öcalan’ın son görüşmede vurguladığı gibi tarihin kritik dönemeçlerinde sağlanan ortaklaşmalar, sorunların çözümüne önemli katkılar sağlar. 22 Ocak tarihindeki görüşmede Sayın Öcalan, mevcut sorunların ancak demokratik hukuk yoluyla kökten çözümünün mümkün olduğunu vurgulamıştır.
Sayın Öcalan, şu hususların önemle altını çizmiştir: Sürekli beka kaygısı üreterek işçi ve emekçinin alın terinin güvenlik politikalarına harcandığı, yoksulluğun derinleştiği, hukuksuzlukların sıradanlaştığı, sömürünün yaygınlaştığı, kadın düşmanlığının arttığı bu kısır döngüden çıkmanın yol haritasını sunmaya hazır olduğunu ifade etmiştir. Türkiye’nin tüm prangalarından kurtulmasının zeminini oluşturmaya hazır olduğunu güçlü bir şekilde dile getirmiştir.
Evet biz de diyoruz ki; tarihin bu kırılma döneminde Türkiye tüm prangalarını atmalı, yüz yıllık ezberlerden ve kısır döngülerden kurtulmalıdır.
Ayrıca Sayın Öcalan, son görüşmede heyetimize, Bahçeli’nin yaklaşımının devlet aklıyla buluşması halinde barışa hizmet edecek tarihsel bir çıkışa vesile olacağını belirtmiştir.
Özellikle tarihe not düşerek altını çiziyoruz; bizler de DEM Parti olarak diyoruz ki, bu konuda iktidar da artık güven arttırıcı somut adımlar atmalı, güçlü bir çözüm iradesi ortaya koymalıdır. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için iktidar tarafından toplumun tümünü kapsayan ve demokrasiyi esas alan güven arttırıcı adımlar atılmalıdır.
Barış, gergin fay hatları üzerine inşa edilemez. AKP’nin yıllardır gerdiği fay hatlarını daha fazla germeye çalışması, en çok barış ve demokrasi umudunu yaralıyor. Öyle yeni anayasa çağrıları yaparken, MGK’nın kırmızı kitap denen gizli anayasasına sarılarak demokrasi gelmez. Bu ülkenin gizli anayasaya değil, demokratik anayasaya ihtiyacı var. Türkiye halklarını darbe, vesayet, isyan ve şiddet zeminlerinden kurtararak, demokrasi, barış, ortak yaşam zeminine taşımanın tarihsel sorumluluğuyla karşı karşıyayız.
Yüz yıldır başkaldırı ve bastırma ikileminde acı dolu bir tarih yaşadık. Bu artık aşılmalıdır. Bin yıl boyunca kazanılan “ortak kader” düşüncesi, yüzyılda kaybettirilen bir inkarla karşılandı. Bugün derdi demokrasi ve hukuk olan herkese çağrımızdır; DEM Parti’ye güvenin. Bizler Türkiye’nin demokratikleşmesinin hilafına olacak en ufak bir şeyi asla kabul etmedik ve etmeyeceğiz.
Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt barışı derken ne anlıyoruz, tek tek anlatalım... Emeğin sömürülmediği, emekçinin, emeklinin hakkını aldığı, halkların varlığının inkâr edilmediği, kendisini özgür ve eşit bir biçimde ifade edebildiği, Alevilerin eşit yurttaş olduğu, doğanın katledilmediği, kadınların eşit ve özgürce yaşadığı, çocukların istismara uğramadığı ve katledilmediği, güvende yaşadığı, gençlerin işsiz kalmadığı bir düzeni kast ediyoruz."