Taa Erzincan’dan ‘Engin’lere bakarsanız, göreceğiniz şu olur:


Muhannetin suyu dolayı akar
Aktığı yerleri sel olur yıkar


Duyacağınız ise gördüğünüzden beterdir:


Muhannetin sözü zehirden oktur
Lûtfuna kerem et insafı yoktur
Sol gözün sağ göze faydası yoktur
Sağ gözü sol göze muhtaç eyleme


BU DÖRTLÜK AĞIR GELDİ!


Gözlerimi kardeş etmeye çalışmam boşunaydı! Birbirine faydası yoktu!


Muhannetlere göz atar atmaz ömür selim aktı mazi nehrimde…


“Ahu gözlüm tut elimden” dedim amma uzaklarda olduğunu bildiğimden sessizleştim…


Derde salmadan başımı
Noksan etmeden işimi


Feymani’ye selam verdim. Selamı aldı fakat aklı sevindiğindeydi, lafı da onaydı:


- Usanmadı gönül senden…
Tırnağın varsa başını kaşı!

Adana sokaklarına alışırken sesi gaiplerden gelen Karac’oğlan’a acıdım:


Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-ı mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var


Tamam, onun ipek yüklü kervanı yoktu ama Adana sokaklarında da yok yoktu!

Rengarenk çizmelerin satılması normaldi…


Küsbe Balık Yemi de olabilirdi…

Sağlığa zararlı maddelerin sere serpe satılması bile neyseydi de…


Vay arkadaş…

Tomar tomar dolar ve Türk Lirası da neyin nesi oluyordu!


Evet, Adana sokaklarında yok yoktu, sahte para bile!


Kafam karıştı!


Öyleyse, “Güver bostanım güver”! Nasıl olsa çarşı / pazar yanıyor, belki bir hayrı dokunur!


“Aşağıdan gelen gelin alıcı” kalabalığını görmezden gelip ara yola saptım!


Çünkü;


Aşağıdan gürül gürül göç gelir
Gelir amma gürültüsü geç gelir


Nemelazım…


*


Başka yazılarda buluşmak dileğiyle Adana gezimize ara verelim…