Mescid-î Aksâ, Müslümanların ilk kıblegâhı… Tabiri diğerle, acının ve gözyaşının eksik olmadığı mukaddes belde. O belde ki, üç çeyrek asırdır esaret altında.
Mescid-î Aksâ, Müslümanların ilk kıblegâhı… Tabiri diğerle, acının ve gözyaşının eksik olmadığı mukaddes belde. O belde ki, üç çeyrek asırdır esaret altında. Gök kubbenin sinesine açılan o eşsiz mekân, altı gündür ezân sesini bastıran obüs toplarının sesiyle yankılanıyor. Gel gör ki bunca gürültüye daha doğrusu zulme rağmen, Batı’nın görmezden geldiği bu son soykırıma, ne yazık ki Müslümanlardan da topluca yükselen bir ses çıkmıyor! O Müslümanlar ki, şimdilerde eski samimiyet ve cesaretlerinden oldukça yoksunlar.
Evet, İsrail’in Filistin’e yönelik soykırımı altıncı gününe ulaştı ancak saldırıların ne zaman duracağı konusunda kimse bilgi sahibi değil! Hatta saldırı emrini veren Netenyahu bile!
Filistin Devletinin, Hamas önderliğinde kandan irinden beslenen İsrail'e karşı başlattığı “Aksâ Tufanı” operasyonuna, Siyonist İsrail yönetimi savaş ilân ederek misilleme yapmaktan çekinmedi. Asırlardır kendi ırkının tüm özelliğini yansıtan Yahudi yöneticilerde “merhamet” aramanın beyhude bir davranış olduğunu artık biliyoruz.
Hatırlanacağı üzere; geçen hafta sonu Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları, Mescid-î Aksâ'yı savunmak ve Filistinli esirleri kurtarmak amacıyla “Aksâ Tufanı” isimli bir operasyon gerçekleştirdiler.
Operasyon sonrasında demir kılıçları çeken Siyonistlere “Demir gök kubbeyi” vadeden ABD’nin, eskisi gibi bölgede tek başına hareket edemeyeceği gözüküyor. Çin ile yakınlaşan Suriye, Rusya ile altın çağını yaşayan Türkiye ve Azerbaycan ile anlaşan İran bölgenin diğer oyuncuları İngiltere ve Fransa ile savaşın sona ermesi noktasında yoğun bir diplomasi yürütüyorlar. Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “1967 sınırlarına geri dönülmesi” çağrısı ile örtüşen “Filistin Devleti kurulmalı ve tanınmalı” söylemi bu açıdan çok büyük bir öneme haiz.
Çoklu cephe savaşları, ateşin eksik olmadığı, barut kokusunu seven Ortadoğu topraklarında bir süre daha hâkim olacağı gözüküyor. Bu da sivil kaybın her geçen gün daha fazla olacağı anlamını taşıyor.
Savaş ölülerden ibaret değil!
Şu ana kadar tespit edilen ölü sayısı Filistin cephesinde bin 500’e yakın. İsrail basın kaynaklarına göre yaşamını yitiren İsrailli sayısı ise 600 civarında. Savaş ölülerden ibaret değil! Binleri aşan ağır yaralı var ve tam da bahsettiğimiz refleksi gösteren bir Sağlık Bakanı var, Moshe Arbel. Bahse konu bakan, İsrail’e saldırı düzenlerken yaralı halde ele geçirilen Filistinlilerin tedavisinin yapılmayacağını açıkladı. Buna rağmen Hipokrat yemini eden İsrailli doktorlar ve Dünya Sağlık Örgütü gıkını çıkarmıyor.
Dünyalı, dünyaya yön veren küreselcilerin maşası DSÖ’nün “pandemi” dayatmasıyla korkutulduğu gibi, masum Filistin halkı ise BM yaptırımlarıyla korkutuluyor. Yahudi ve ABD merkezli politikalar izleyen İMF, Dünya Bankası, NATO ve Avrupa Birliği gibi bu büyük oluşumlar, hiçbir zaman mazlumdan yana tavır almadılar, almayacaklar.
Gazze’de 40 kilometrelik dar alana sıkışıp kalan bir avuç Filistinli, her şeye rağmen umut dolu bir sesleniş, güven veren bir bakış, huzur bahşeden bir söylem ve barış vadeden bir eylem bekliyor. “Kimden?” derseniz tabi ki başta Türkiye olmak üzere diğer Müslüman ülkelerden...
Derin bir yalnızlığı iliklerine kadar yaşayan Filistin Devleti, Osmanlı hamiliğini de özlemiyor değil! Tam da burada medya hâkimiyetini elinde bulunduran güçler, sosyal medyadan Osmanlı karşıtlığına ek olarak Filistinlilerin Osmanlı’ya ihanet ettiğini servis ediyor. Öyle olmadığını onlar da biliyor ama bunu vazife olarak bilenler ile onlara inanan ya da “Acaba!” nev’inden etkilenen insanlara şunu söylemek isterim; Velev ki öyle olsun! 100 yıl önceye dair ortaya atılan iddialar nedeniyle onların neslini bir soykırıma kurban etmek akla ve vicdana sığar mı? “Sığar” diyorsanız şayet, işgalci İsrail tarafından Filistin topraklarında gerçekleşen bu son soykırımını Nobel Barış Ödülü ile taçlandıralım! Ne dersiniz?