Tang sülalesi, 618’de Çin siyasetini ele geçirmiş ve hükümran olmuştu. 715’te Emevi-Tibet ittifakı, Çin’e yenilmişti. Tang sarayı, yeni bir zaferin peşindeydi. Emeviler ise boş durmamış, Çin sınırına dayanmışlardı.
Tang sülalesi, 618’de Çin siyasetini ele geçirmiş ve hükümran olmuştu. 715’te Emevi-Tibet ittifakı, Çin’e yenilmişti. Tang sarayı, yeni bir zaferin peşindeydi. Emeviler ise boş durmamış, Çin sınırına dayanmışlardı. Emeviler aynı anda, hem İspanya’da hem Orta Asya’da idiler.
Çin’in esir aldığı bir ailenin çocuğu olan Kao Sien-Chih, Tang hanedanı hükümdarı Chun
Zon’un itibarlı bir komutanı olmak için, ilk gençlik çağlarından beri var gücüyle çabalıyordu.
Maveraünnehir’deki Emevi topraklarında yanan fitne ateşi, en çok Kao ile Chun’un işine
yarıyordu. 2. Doğu Göktürk Devleti’nin Uygurlar tarafından yıkılmasıyla, Çin’in batıya yayılmasında bir
engel kalmamıştı. Fakat Uygurlar, Göktürk’ün yerini dolduramamıştı. Çünkü Uygurlar, maniheizm bataklığına saplanmışlar; Çin’in açık pazarı haline gelmişlerdi.Taşkent ile Fergana arasında yüzyıllara dayanan kan davası, her ikisine de manda yönetimi getirmiş;"Vekalet Savaşı"nda, Taşkent şehri Emevilere, Fergana ise Çin’e bel bağlanmıştı.Tang keşişler boş durmamış, Buda’nın öğretisini bölgeye yaymış, Çin emperyal planını misyonerlik kisvesi altına büründürmüştü.
Tibet, Çin’e boyun eğmemiş, özgür dağlılar olduğunu bir kez daha göstermişti. Taşkent-Tibet
dostluğu ne pahasına olursa olsun bozulmalıydı. Kao, Tibet’e sefer düzenlemiş, 72 Tibet şehrini yakıp yıkmıştı. Fergana’dan gelen haber, Kao’nun ilerleyişini durdurmuştu: Taşkent ilerlemekte, Fergana düşmekteydi. Bir yıllık yorucu savaş, Fergana’ya nefes aldırmış; Kao, Chun’un gözüne girmeyi bir kez daha başarmıştı.
Emevilerin, iktidarı Abbasilere bırakması, Çin tarafından iyi okunamamış; yerel dinamikler
hesaba katılmamıştı.
Artık ‘mevali’ yoktu, ‘ümmet’ vardı
Çinlilerin, Taşkent beyi Bagatur Tudun’a suikast teşebbüsü, bardağı taşıran son damla oldu.
Tudun’un oğlu, Abbasi halifesi Ebu Müslim’den destek istedi. Genç Ziyad Salih, Abbasi ordusunun komutanıydı. 751’in baharında, on binlerce asker, tekbirlerle, Semerkant’ı geçip ötedeki Talas ırmağı
kıyısına vardılar. Kao ile Salih, karargahlarını kurmuş, sabahı bekliyorlardı.
Kao’nu avantajı, Isık bölgesini avucunun içi gibi bilmesi, Salih’in handikapı ise coğrafi şartlara
acemi olmasıydı. Abbasi komutan, mızraklı sipahileri kanatlara, okçuları ise ön saflara yerleştirmişti.
Çin ordusunun tek farkı ise, ön safta okçular yerine arbaletçilerin olmasıydı.
Abbasiler, ilk gün, arbalet yağmurunda çok şehit verdiler. Salih, okçuları geri çekmek zorunda
kaldı. Kao, kalkandan bir duvar örmüştü. Abbasi okları, kalkanların sert çeliğinde etkisizleşiyordu.
Neyse ki akşam olmuş, Salih komutanlarıyla bir araya gelmişti. Bir şey yapmalıydı!
Sabahın ilk ışıklarıyla, Abbasiler hücuma geçti. Denge sağlanmıştı. “İstişarede rahmet var!”dı.
Üçüncü gün, Ziyad Salih, askerleriyle birlikte kelle koltukta savaşıyor, Çin dağılıyordu.
Ne var ki dördüncü 24 saat hiç de kolay geçmeyecekti. Salih’in askerleri binlere kadar
azalmıştı. Ve kırılma noktası, Karlukların savaşa müdahil olmalarıydı. Çift kanattan saldıran Karluklar,
savaşın bittiğini haber veriyordu.
Savaş meydanı sayısız Çin askerine mezar olmuş, yirmi binden fazlası da esir edilmişti.
Abbasi feraseti bir kez daha kendini göstermişti. Çinli esirler, Bedir Savaşı’nda, Alemlere Rahmet Olarak Gönderilen’in yaptığı gibi, kabiliyetlerine göre insanlığın istifadesine sunuldu. Böylece, hem Müslümanlara meslek öğrettiler hem de İslam toplumunun şerefli bir üyesi oldular. “Seni öldürmeye gelen sende dirilmeli”ydi!
Kağıt, barut, matbaa, ipek… Bağdat’ı, Şam’ı, Kahire’yi… medeniyet şehri yaptı.
“İlim, Çin’de bile olsa almalı”ydı ve “İlim mü’minin yitik malı”ydı!
Kao Sien-Chih, cezalandırılmayı beklerken, Chun Zon’un başmuhafızı oldu.
Böylece, yenilginin üstünü birlikte kapattılar. Çin, Talas’ı kazansaydı soluğu Istanbul’da alacaktı. Lakin Pekin’deki hesap Talas’a uymadı. Abbasi Araplarla Karluk Türkleri, yayılmacı Çin’i evine yollamıştı.
Budizm ile Maniheizm ise bir daha belini doğrultamayacak, Müslüman mahallesinde
salyangoz satamayacaktı!