Bir çok insan yüzyıllardır yaşadığı yeri, vatanını, toprağını bırakıp hayatın getirdiği şartlardan dolayı farklı topraklarda yaşamak, yeni yerleştiği bölgenin ekmeğine, suyuna, insanına alışmak, oranın kültürüne ayak uydurmak durumundadırlar. Bu durum yüzyıllardır mevcuttur, insanlık tarihinin ekonomik ve sosyal şartlardan ötürü göç etmek zorunda kaldığını, göç eden milletlerin gittikleri yerdeki kültürden izler taşımaya başladıklarını, kültür çatışmaları yaşadıklarını, bazı göçmenlerin dışlandıklarını, bazılarının ikinci sınıf insan muamelesi yaşadığını, bazılarının ise tam tersine hayat kalitelerine kalite kattığını, ticaret, ilim, kültür öğrendiklerini okuduk tarih kitaplarında. Bırakıp gitmek çok kolay olmasa da gittiği yere tutunmak çok daha zordur vatandaşlar için. Kendi yurdunu, kendi insanını, bazen kendi ailesini geride bırakıp kilometrelerce uzaklara yaşamını devam ettirmek için, daha iyi bir okulda okuyabilmek için, daha iyi bir maaş alabilmek için ve bunun gibi bir çok neden üzerine insanlar gurbet hayatını tercih etmektedirler.
Gurbetçi, halk arasında tamamı "alamancı" olarak nitelenen, ekmek parası uğruna, yurt dışında çalışmış, büyük kısmı ekmek parasından fazlasını kazandığından ülkesine geri dönünce, akrabaları ve arkadaşları tarafından yolunacak kaz muamelesi görmüş insanlarımız… Her ne sebeple olursa olsun gurbette yaşamak durumunda kalmış, alıştığı çevreden kopup yabancı bir ortamda var olmaya çalışan, zaman zaman herkes kadar ve zaman zaman da herkesten daha sık yaşamının anlamını yitirebilen, nereye ait olduğunu unutup bocalayan gezgin kişiler diye nitelendirilirler.
Gurbetçiler yaşadıkları ülkelerde ikinci sınıf insan muamelesi gören, en kötü ve tehlikeli işlerde çalıştırılan emekçilerdir. Kendi ülkelerinde Almancı olarak görülen iki toplumda da araya sıkışmış, ülkesi için döviz girdisi sağlayan emekçilerdir.
Geçim sıkıntısı, işsizlik gibi nedenlerle bir yolunu bulup yurtdışına giden ve gittikleri ülkelerde en zor ve ağır şartlarda çalışan insanlarımız, senede bir defa memleketlerine gelip orada köylerinde, kentlerinde eş, dost, hısım ve akraba ziyaretlerinde bulunuyorlar. Hikâyemiz tam olarak burada başlıyor. En başta da söyledim ya yolunacak kaz gibi görülmeleri gurbetçilerimizi rahatsız ediyor. Kanada’da yaşayan Orhan ağabeyle yaptığım sohbette “evimi boyatmak istedim, ilçede bir boyacı buldum bana 12 bin lira bir fiyat verdi, aynı işi çok daha ucuza hatta yarı fiyatının da altına, başka bir ilçeden getirdiğim boyacıya yaptırdım. Bir lokantaya gidiyoruz menü fiyatı hemen iki katı oluyor, bir pazara gidiyoruz beş liralık bir meyve on beş lira oluyor, biz gurbetçiyiz ama bu parayı gurbetin sokaklarından süpürmüyoruz’’ diye serzenişte bulundu.
Zor şartlarda kıt imkânlarla biriktirilmiş paralar, tasarruf içinde harcanırken, insanlarımız gurbetçileri çileden çıkarıyorlar. Gurbetçilerin yurt içinde ve yurt dışında birçok tatil seçenekleri olmasına rağmen eş, dost, akraba ziyareti etmek istemeleri onların iyi niyetlerin suistimal edilmesine kadar gidiyor.
Benim çok iyi bir insan olarak tanıdığım iki gurbetçi var! Şerefligökgöz’den Ali Sarı, Katrancı’dan Mustafa Bulut. Mustafa Bulut, köyü ve memleketi için can siperane çalışan, emeğini esirgemeyen bir babayiğit. Evi misafir ile dolup taşan sofrası ortadan kalkmayan, tabiri yerindeyse sofrasında Halil İbrahim bereketi olan, gönlü ve eli açık bir gönül insanı. Mahallesindeki çocukların Mustafa dedeleri, her gün dondurma ve kek yemek için yolunu gözledikleri Hulisi Kertmen amcaları. Benim gözümde gurbetçi tiplemesi tamda böyle…
Gurbetçilerimiz kıt imkânlarla bizleri ziyarete gelirken, bizlerde onları yolunacak kaz değil de aile fertlerimizden biri gelmiş gibi davranmalı ve öyle muamele etmeliyiz diye düşünüyorum. Olması gereken de bu değil mi?. Bu haftaki köşemde gurbetçi kardeşlerimizin sorunlarından sadece bir tanesini ele almaya çalıştım. Vatanınıza hoş geldiniz.
Allah’a ısmarladık, hoşça kalın.