Sisli / puslu Ankara sabahında ruh / beden arınmışlığına yürürken, “Çırpınıp içinde döndüğüm deniz” diyen Aşık Veysel’e rastlayınca...
Sisli / puslu Ankara sabahında ruh / beden arınmışlığına yürürken, “Çırpınıp içinde döndüğüm deniz” diyen Aşık Veysel’e rastlayınca, “Mevce gelip cuş eyleyen aşkımız”ı düşündüm.
Siyaset dolu dün, dünde kalmıştı…
Başıma aşk, ayrılık, ölüm nağmeli bugün çullanmıştı…
***
Mihnet sofrasında eli bulaşık, ayrılık acısıyla fikri dolaşık koca Veysel, “Aşk ehli dayanır ateşe kora” diye uzaklaşırken, “Başımda salınıp durma…” diye bir güzele sitem eden Musa Eroğlu geliyordu karşıdan.
Lafını esirgemiyordu:
Altın yüzük parmağında dolalı / Burnun mu böyüdü gelin olalı?
Aşkını yitirmişliğin serhoşluğundaki Eroğlu, kovalayan ölümden kaçarken, “Ölüm ardıma düşüp de yorulma” diyor ve “Var git ölüm bir zaman da gene gel” teklifinde bulunuyordu! Biliyordu ki, “Akıbet alırsın komazsın beni…”
***
Onu susturan, türkünün asıl sahibinin sesi oldu. Diyordu ki gaiplerden;
Karac’oğlan der ki derdim pek beter
Bahçede bülbüller şakıyıp öter
Anayı atayı dün aldın yeter
Var git ölüm bir zaman da gene gel
***
Ozanların ‘ölüm / ayrılık’ ile büründüğü bağrı yanık hallerin içinde çırpınarak gezen Aşık Veysel, ayrıldığı adrese rücu ederek ölüm atışmasına, “Gelmez yola gidiyorum” muammasıyla katıldı…
Hani, “Gemi yükün aldı gam ilen doldu / Harekete kimse mani olamaz” idi ya; “Selam Saygı Hepinize” diyerek, bu kez “Ne karaya ne denize” terennümüyle gelmez yola çıktı yeniden…
***
Musa Eroğlu, ağıt gibi bir türküyle uğurladı ozanı:
Acı ölüm genç ölüm
Bu nasıl gitmek gülüm
Kara haber tez gelir
Kırdın kanadım kolum
***
YARIN: Kevser Irmağından Erenler Pazarına…