En çok insan yaşanmışlıkları düşünür ve yazmak ile yazmamak arasında kararsız kalır. Yaşanmışlıklar anlatıcı yada yazar için kolay olsa da o duyguyu tekrar tekrar yaşar ve olay örgüsü içerisinden çıkamaz. Yazar olmanın en kötü tarafı da bu işte olayların içindesiniz ve duyguları tekrar tekrar yaşarsınız.
Göz yaşlarım ile dedelerimin yaşanmışlıklarını hissederek yazmak o anları tüylerim diken diken olarak anımsamama neden oldu.
Ben yazar Aydın Benli, Haymana’nın Şerefli Gökgöz köyünden, namı diyar kara Ali’nin torunu, otobüsçü Emminin (Ali Osman Benli) oğlu. Onlarca romana Allah’ın izniyle hayat vermiş bir köylü çocuğu. Yazar olduğumu bilen herkes “benim hayatımı da yaz, benim hayatımda roman olur” diye serzenişte ve istekte bulunuyor. Kimi sohbet olsun diye söylüyor kimi yaşadıklarının çok ağır ve zor olduğundan başkalarına ders olacağını düşündüğü için bu istekte bulunuyor. Bu isteği yüzlerce kez duydum ve duymaya devam ediyorum. Oysaki her insan kendi hayat romanının başkahramanıdır. Birde yazılamayan hikâyeler vardır. Bir kurtuluş hikâyesi tamda burada başlıyor.
Dedem ve babası Halaçların Hüseyin yokluk ve kıtlık yılları içinde yaşam mücadelesine kapılmış iki Ankara köylüsü. Yokluk ve kıtlıklar yetmezmiş gibi Yunan işgali altında öz yurtlarında tutsak insanlar. Hani geldi mi bütün sorunlar üst üste gelirmiş buda o sorunların en büyüklerinden. Köylünün hayvanlarına ve mahsullerine Yunan askeri el koymuş, kadınlarını eğlence masalarında kötü amaçlı kullanır olmuş. Genç kızlar ve kadınlar Yunan askerleri istismarda bulunmasın diye idrarlarını üstlerine yapıp yüzlerine hayvan ve insan dışkısı sürmeye başlamışlar. Kadınlar gündüzleri Galak denilen tezek yığınlarının içlerinde saklanarak namuslarını korumaya çalışmışlar. Yunan askeri Ankara’ya kadar gelmiş ve karargâhını Haymana katrancı köyüne yakın yere kurmuştu. Açlıktan at gübresinin içindeki buğday ve arpa tanelerini toplayıp, tezek ateşinde aş yapan ve bu aşları ailesine yediren annelerin gözyaşı dua olmuştu. Yırtık çarıkları açlıktan kemiren çocukların zamanı bu zamanlar.
Kurudere, Işıklı, Gölendere, Üçtepe, iğde, Katrancı, Ataköy ve buralarda devriye gezen Yunan askerlerinin işkence ile öldürdüğü insanların feryat ve bağırma seslerini hala kulaklarımda hissede biliyorum. Köylülerin eli silah tutanları cephede yaşlı, çocuk ve kadınları da köylerde kalmışlar. Kadınların bir kısmı da cephane yapımı için Ankara’ya gitmişlerdi.
Bir gün Kara Ali Gölendere mevkisinde Yunan devriyesi ile karşılaşır, Yunan askeri “şiiitbıreee gel bura” diye seslenir. Kara Ali oradan kaçıp uzaklaşmak fikrinde olsa da Yunanın elindeki tüfeklerin menzilinden kurtulamayacağı için denilene yapmak zorunda kalır. Yunana yaklaşınca bir asker Kara Ali’nin üzerini arar alacağı maddi hiç bir şey yoktur ve bolamamıştır. Yunan manevi olarak hakaret ve rencide etmeye başlar. “Akşamki eğlencede kızartılan keçiyi sizin köyden aldık, sizin köyün kadınları da başka güzel” deyince kara Ali çocuk yaşına bakmadan içinde büyüttüğü koca adamı askerin üzerine salar ve iri yarı askere sağlı sollu yumruk vurmaya başlar. Yumrukları Yunana tesir etmese de minik elleriyle bir mücadeleyi o an başlatmıştır. Asker Kara Ali’yi çocuk olduğu için küçümsemiştir ve Kara Ali’ye vurduğu dipçik darbesi ile oracıkta bayıltır. İşte o an Kara Ali’nin bu mücadelesi onu izleyen köylüde kurtuluş mücadelesini ilk ateşini başlatır. Türkiye Cumhuriyeti, kurtuluş mücadelesine ilk olarak burada başlamış, yurdun düşman işgalinden kurtulması ve sonkale Haymana’nın milli mücadele için çok önemli bir yere sahip olduğu gerçeği ile hak ettiği değeri ve önemi tarih kitaplarında doğru olarak yer almasını sağlamıştır.
(Devamı Haftaya..)