Büyük ekonomik krizlerin yaşandığı ortamlarda büyük yara alan basın/medya sektörünün emekçileri ya meslekten ya hayattan koptu… 2000/2001 krizi bunlardan biriydi. 2001 yılında yayımlanan “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” yazımın ilk bölümünü aynen paylaşmak istiyorum:
Biz gazeteciler, birilerinin hakkını-hukukunu ararken coplanır, dövülür hatta öldürülürken; sıra kendi hakkımızı-hukukumuzu aramaya gelince çaresizliğin girdabında çırpınır dururuz.
Böyle bir hak arama hakkımız hem “esas” hem “usûl” bakımından neredeyse imkansızdır.
Buna rağmen, üzerinden uzunca bir süre geçmesine rağmen, adeta bir “yas günü” olarak kutlanan 212 sayılı yasanın “yaş günü” (10 Ocak) hakkında bir iki söz etmemek, meslektaşlarımıza olmasa bile mesleğe ihanet gibi geliyor...
Adı “Çalışan Gazeteciler Bayramı” gibi şirin bir tabirle ifade edilen günde, basın dünyası tam manası ile bir yas içindeydi. Bu yas, yeni dramlarla bir felakete dönüşmeye başladı...
Aylardır maaş alamayan ve haber müdürüne, istihbarat şefine telefon ederek “abi cebimde 5 kuruş yok, bugün işe gelemiyorum” diyen başbakanlık muhabirlerinin varlığını okuyucu bilmek zorunda değil...
Maaş alamadığı için kirasını ödeyemeyip, karda-kışta ev sahibi tarafından sokağa atılan arkadaşlarımızın durumu okuyucuyu ne kadar ilgilendirir bilemeyiz; ama, biz gazetecilerin bildiği bir gerçek var ki, o da, sektördeki umumi ahvalin hayra alamet olmadığı...
BİR DRAM YAŞANIYOR...
20 yıl önce; ulusal çapta yayın yapan onlarca gazetenin dışında kimi etkin kimi “naylon” pek çok mahalli gazetenin varlığı, şu veya bu sebeple işsiz kalan bir gazeteciye kısa süre içinde iş imkanı sağlıyordu.
Ya bugün?
Bugün durum vahim...
Durum; sosyal hakları elinden alınmış gazetecilerin içinde bulunduğu güvencesizlik, birbiri ardına kapanan gazeteler, bazı basın-yayın organlarında yüzde 50’leri bulan işten çıkarmalar yüzünden tam bir drama dönüşmüş bulunuyor...
Kahvaltı mamasında neskafesini yudumlarken göz attığı gazetede okuduğu bir haberin üzerindeki imza sahibinin o gün işsiz kalmış olabileceğini kaç kişi düşünür? Herhalde hiç!..
Düşünse bile elinden gelen bir şey yoktur zaten...
Patronlar arasında “garip” şekilde el değiştiren gazetelerin varlığı, bir sabah şapkasını alıp gidenlerin bir gece ansızın yeniden patronluğa dönmesi, dün bir gazetenin Ankara, İzmir ya da Adana temsilcisi iken, ertesi gün işsiz kalan meslektaşlarımızın içine düştüğü durum gibi pek çok örnek, sektörü “çalışan gazeteciler” açısından bir cehenneme dönüştürdü. “Çalışmayan gazeteciler” ise yaşıyordan sayılmıyor bile. Yani onlar ölmüş de ağlayanı yok...
DÜŞÜNDÜRÜCÜ...
Bir zamanlar, gazetecilere tanınan haklara karşı çıkarak gazetelerini 3 gün yayımlamayan işverenlerin, mütevazı mekanlardan medya center’lara, plazalara taşınırken, gazetecilerin hemen her dönemde büyük sorunlarla karşı karşıya bulunuyor olması düşündürücü.
Çünkü gazetecilerin; ya çalışma ortamı düzelirken çalışma şartları bozuldu, ya aynı işi yapan kişiler arasındaki ücret farkları bir uçuruma dönüştü, ya da en küçük bir krizde yüzlercesi işsiz kaldı...
“Nerede o günler?” duygusallığı ile nostaljik bunalımlara girmenin alemi yok. Her şey gibi basın dünyası da her yıl biraz daha gelişen dinamik bir yapıya sahip. Hatta bu bakımdan en şanslı birkaç sektörden biri. Ancak, teknolojik bakımdan sağlanan donanım göz kamaştırsa da, gazetecilerin içinde bulunduğu durum her dönemde vahametini korudu, koruyor...
KAPANAN KAPANANA...
Bir gazetenin kapatılması demek, kapanan gazetenin çapına göre onlarca veya yüzlerce arkadaşımızın kapının önüne konması demektir.
Kartelleşmeye karşı çıkarken tekelleşmenin yaşandığı bir ortamda kapının önüne konmak demek, iş bulma imkanlarının en aza inmesi demektir.
Hal bu olunca, son 3 yıl içinde ulusal çapta yayın yapan 11 gazetenin kapanmasını bir facia olarak tanımlamak abartı sayılmamalı...
1998-2001 arasında ipi çekilen; Bugün, Süper Tan, Yeni Günaydın, Ateş, Yeni Yüzyıl, Asabi, Ayyıldız, İlk Haber, Aydınlık, Yeni Gündem ve en son olarak da Yeni Binyıl gazeteleri, sadece basit bir kapanmanın kurbanı olan yayın organları değil; pek çok gazetecinin geçimini sağladığı ekmek kapılarıydı.
***
(NOT: Yazı başka gelişmelerle uzayıp gidiyor ama dönemin TGC Başkanı Nail Güreli’nin, yaptığı açıklamada, 10 Ocak tarihinin ilk yıllarda “Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kutlandığını, ancak, son dönemlerde bir “yas günü” olarak anıldığı belirttiğini hatırlatmam, ne demek istediğimi anlatır sanıyorum…)