Varoluşsal bir tehditle karşı karşıyayız. “Ben” kavramı varlığımızı tehdit ediyor. İnsanlık olarak bu konuda da bir yanılgıya düştük ve geldiğimiz noktada, geri dönmek için çok mu geç kaldığımızı bile sorgulayacak durumda değiliz.
Ne kendimizi ne de çevremizi duyabiliyoruz. Doğayı da duyamıyoruz. Hayır, sağır olmadık! Hem kulak vermiyoruz hem de diğer tüm sesleri bastıran bir ses var. Biraz kulak verdiğinizde her yerde aynı sesin baskın geldiğini duyabilirsiniz. Televizyonda, gazetede, çarşıda, pazarda, kalabalıklarda, yalnızlıkta, fısıltılarda, kısaca insanın olduğu her yerde bunu duyacaksınız. İnsan “ben” diye haykırıyor. Bu öyle bir haykırış ki diğer her şeyi bastırıyor. “Ben” diye inliyor tüm evren. Diğer her şey insanın “ben” merakının gerisinde kalıyor. Güzel bir cıvıltıya dahi yer kalmıyor. Bir manzara seyretmek mümkün değil. Suya, dağlara, bitkilere, resme, müziğe, sanata hayranlık duymak eskide kaldı. Artık varsa yoksa “ben”…
Yularıdaki paragraftan da anladığınız gibi varoluşsal bir tehditle karşı karşıyayız. “Ben” kavramı varlığımızı tehdit ediyor. İnsanlık olarak bu konuda da bir yanılgıya düştük. Bireyin tek başına mükemmel olabileceğini, diğer insanlardan ve varlıklardan üstün şekilde var olabileceğini sandık. Ancak gerçek şu ki ne geçmişte ne de gelecekte bunun mümkün olamayacağını idrak edemedik. İnsanın hem kültürel açıdan toplumun ürünü olduğunu hem de yaşam kaynaklarını toplumdan aldığı gerçeğini görmezden geldik. Hızlı, bireysel ve benmerkezci bir yaşam için “ben” dediğimiz düşüncesizliği yücelttik.
Bencilliği bir erdem sayanlar bile oldu. Sizce neden? Çünkü “ben” diyeni ödüllendirdik. Paylaşmayıp kendine saklayanı takdir ettik. Başkalarına üstünlük kurana imrendik. Kendinden başka kimseyi düşünmeyeni başarılı diye başköşeye oturttuk. Bunun yanın da kimseyi de mutlu olduğu için, sevgi duyduğu için, adaletli olduğu için, başkasına değer verdiği için, başkalarına yardım ettiği için övmedik, ödüllendirmedik. Hatta “hakir” gördük. “Enayi” dedik. İşte bunun mahsulü olarak da hem insan hem de dünya olarak tükenişe geldik. Sınırlı kaynaklarımızı bencilliğimiz için harcadık. Kendimizle birlikte canlı hayatını da yok ediyoruz. Ben tehlikesi bizi ve tüm doğayı tehdit ediyor. İnsana en büyük tehdidin yine kendisi olması ne kadar da garip ve ironik değil mi? Hem bireysel olarak bencilliğin aslında ahlaken ve insan yaradılışının doğası gereği kendimizi küçük düşürücü olduğunun farkına varamıyoruz hem de dünyada sadece “ben” kavramı önemliymiş gibi davranmanın zararlarını göremiyoruz. Yanlış algı bizi aslında sadece sağır değil, aynı zamanda kör de ediyor.
Bireyler büyük toplum tarafından yetiştirilir ve yaşatılır. İnsan da çevresindeki doğa tarafından beslenir, yaşatılır. Yani bir bütünsellik, birbirine bağlılık söz konusudur. Canlı hayatı olmazsa insanlık da olmaz. Toplum hayatı olmazsa birey olmaz. Bu gerçekleri Corona sürecinde ve hatta 6 Şubat’ta meydana gelen büyük deprem sonrası bile anlayamamış olmamız hayret verici. Yaşadığımız ve gördüğümüz onca şeyden sonra hala bencillik ile yok ediyoruz. Varlığımızı (ve dahi diğer varlıkların varlığını) tehdit eden en büyük tehlike haline geldik.
Bu tehlikeyi ara sıra görsek bile çoğunlukla göz ardı etmeyi tercih ediyoruz. İki gün “bencil” değil “sencil” olup üçüncü gün bencil yaşamlarımıza geri dönüyoruz. Ancak sorun şu ki bu yaşam tarzı ile gelecekte bizi sadece yok oluş bekliyor. “Ben” tehlikesini bir an önce fark edip ekonomik, kültürel, toplumsal, doğal açılardan yeniden örgütlenmeliyiz. Olması gerektiği gibi, yaradılışımızın doğalı gibi ahlakın ve erdemin yüceltildiği bir toplum olmak zorundayız. Yoksa bu evrendeki varoluşumuzun sonuna gelsek bile hiçbir yerde, huzur içinde yatabileceğimizi hiç sanmıyorum.