Sever gibi yapıp sevmeyenler var, menfi duygu ve istekleri için insanları kullanan insanlar var, işleri bitince beddua edip giderler. Yormayın yürekleri zaten yorgun o yürekler, neden çıkarınız bitince sevginizde bitiyor ey bire vefa bilmez melun. Bilmez misin bedduan kendine döner ve esfel-i sâfilîn olursun. MÜNKER ve NEKİR sormaz mı yaptıklarının hesabını? Hesap günü çetin olur orada torpil işlemez bir bir hesabı Yaradan sorar ve sonuç malum. Yormayın yürekleri, üzmeyin seven gönülleri, kıymet bilmezler olmayın, yıkmayın ümitleri. Ahir zamanda yaşıyoruz, ne gönül bilen var ne de gönüle itibar eden. Haya bitmiş ar damarı çatlamış bir araftayız. İnsanlığımızı kaybettik aramıyoruz. Maalesef öf bile denmeyecek annelere şiddet uygular olduk. Televizyon ve sosyal medyada 88 yaşındaki anneye şiddet uygulayan insanlar pişkin pişkin aramızda gezerken, sübyan çocuklara istismar eden pislikler var. Yüce Allah'ın emaneti kadınlarımızı hiç söylemiyorum bile onlara yapılan şiddet Allah affetsin.
İşte bu sebeplerledir ki Cenâb-ı Hak, diğer varlıklardan farklı olarak Hazret-i Âdem ve onun neslini zıt tecellîlere mazhar kılmıştır. Bunun netîcesinde de insanların, aşağıların en aşağısı demek olan “esfel-i sâfilîn” ile yücelerin en yücesi olan “âlâ-yı illiyyîn” arasında, hak ettikleri bir mevkîde bulunmalarını murâd etmiştir. Yâni eşref-i mahlûkât olan insan, hem fıtrî sermayesi ve hem de bu sermayeyi hayra veya şerre kullanmaya medâr olan cüz’î irâdesiyle, “bel hüm edal”, yâni “hayvandan da aşağı” bir mevkî ile “melekten bile üstün” bir nokta arasında yerini alır. Bu ise, kulun gayretine ve fıtratında mevcud olan müsbet ve menfî temâyüller arasındaki mücâdeleden hâsıl edeceği netîceye göre gerçekleşecektir. İşte insanoğlunun bir takım müsbet temâyüllerle techîz edilmiş olmasına mukâbil, bâzı menfî temâyüllerle de mâlul kılınması, bu hikmete mebnîdir.
Yormayın yürekleri, kadir kıymet bilin edep haya bilin. Dünya üç gün, dün geçti bugün saat kaç oldu, yarını yaşayacağımız meçhul. Yaslılara bir öf demeyin, onlar yaşlandıkça çocuklaşıyorlar bize merhamet ve sevgi ile çocukken nasıl baktılarsa bizde onlara şimdi bakalım. Yüce Allah İsrâ Suresi - 23-24 . Ayetlerinde şöyle buyuruyor; ﴾23﴿ Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle. ﴾24﴿ Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. “Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster” diyerek dua et. Peygamberimizin uygulamalarında da yaşlılara saygı gösterdiği ve bazen onlara öncelik tanıdığını görüyoruz. Bir defasında peygamberimize bir içecek getirilmişti. Sağında bir genç, solunda da yaşlılar vardı. Gence: “Bardağı şu yaşlılara vermem için bana izin verir misin?” dedi. Genç de: “Bana sizden gelecek nasibime başkasını asla tercih edemem.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlüllah bardağı sağında oturduğundan ötürü o gence verdi.” (Buhârî, Eşribe, 19; Müslim, Eşribe, 127)
Ey bire gafil sen yaşlılara şiddet uygularken Allah'tan korkmaz mısın? Yaşlılara söylenen o kötü sözler, şiddetler sen yaşlanınca sana da yapılmaz mı? Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete, Allah sonumuzu hayır eylesin bu gidiş hayra değil şerre... Allah'a ısmarladık, hoşça kalın.