Fırına ya da bakkala gidip kolayca bana “üç ekmek ver”, “on ekmek ayır” diyebiliyorduk. Şimdilerde bakkalın, marketin kapısında epey düşünülüyor. Acaba bir eksik mi söylesem diye.
Fırına ya da bakkala gidip kolayca bana “üç ekmek ver”, “on ekmek ayır” diyebiliyorduk. Şimdilerde bakkalın, marketin kapısında epey düşünülüyor. Acaba bir eksik mi söylesem diye. Yokluğun ve yoksulluğun halkın üstüne iyice çöktüğü bir devirde bol keseden ekmek isteme dönemi geçti. Nasıl az sayıda ekmek ile durumu, günü kurtarırım diye düşünüyor insan. Daha sağlıklı daha güvenli bir beslenme konusunda düşünebilen bile kalmadı.
Bir önceki yazımda “Ata tohumlarımızdan gelen glüteni az buğday üretiminin neden bu kadar azaldığını da bir sonraki yazımda açıklamayı umuyorum...” demiş idim. Bugün konuyu açıklayacağım.
Emekli bir arkadaşım iki yıl önce heveslenmiş siyez buğdayı ekmiş. Hasattan sonra değirmene götürüp “Buğdayımı un yapar mısınız?” diye istekte bulununca değirmenci, “Biz bunu un haline getiremeyiz. Elekleri tıkıyor.” demiş. Orası burası derken arkadaşım toplamda 6-7 değirmen dolaşmasına rağmen kimse yanaşmamış buğdayını un yapmaya. Kılçıklarını ayıklamak, un haline getirmek çok zor demişler. Dolaşmaktan yorulmuş, bana telefon etti. “Hocam 10-15 dönümlük buğdayım var. Siyez buğday tohumu. Sağlıklı diye, ata tohumu diye aldım. Ektim biçtim. Ama un yaptıramadım. Sen tarım işlerini seviyorsun. Ekersin.” dedi.
Kıramadım, aldım. Önce sordum, soruşturdum, araştırdım. Siyez, yabani buğdayın kültüre alınmış haliymiş. Öncelikle Anadolu’da yetişen ya da ehlileştirilen ilk buğday türlerinden biriymiş. Siverek Karacadağ’da ehlileştirilmiş. 14 kromozomlu, genetiğini değiştiremedikleri buğday türlerinden biri, yani GDO’lulaştırılamayan nadir türlerden. Ben de ektim biçtim. Başladım değirmenleri dolaşmaya. Hiç bir değirmenci siyez buğdayını un yapmaya yanaşmıyor. Yok kılçığı varmış, yok eleklerini tıkıyormuş, yok çok uğraştırıyormuş. Hatta belediyelerden, tarım müdürlüklerinden özel değirmen ekipmanları kurdurulması için yatırım yapmaları istenmiş ve saire... Dinleyen olmadığından siyez buğdayı ekmek üretmeye yanaşmıyor üreticiler. Zor işlerle kimse uğraşmak istemiyor…
Bu arada ataların atası siyez buğdayının ne kadar çok marifeti varmış. Neler öğrendim neler! Gluteni çok az. Glutene bağlı hastalıklar yapmıyor. Pirinç gibi glisemik değil. Düşük glisemik indeksi ile sağlıklı beslenme programlarının baş tacı. Sindirimi yavaş. Kan şekerini daha dengede tutuyor. Yüksek protein yapısından dolayı metabolizmayı hızlandırıyor. Özellikle kabızlıktan yakınanlara, lif yapısı zengin olduğundan öneriliyor. Dolayısıyla kolon kanserinden korunmaya katkı sağlıyor. Kolesterolü düşürmeye yardımcı oluyor. A, B, E vitamini açısından zengin. B vitaminlerinden zengin olması nedeniyle sinir ve sindirim sistemini destekliyor. Folik asit zengini olduğu için gebelik öncesi ve gebelikte sağlıklı nesiller yetiştirme açısından çok yararlı. Anne sütünü artırma özelliği var. Radyasyonun etkisini azaltan önemli bir gıda. Günümüzde elektronik cihazların tümünün az ya da çok radyasyon yaydığını düşünürsek önemini daha iyi anlayabiliriz.
Araştırdıkça yeni yeni faydaları ortaya çıkan, yüksek besin özellikleri nedeniyle ataların atası siyez buğdayının özellikle üretimde ve tüketimde teşvik edilmesi bana çok önemli geliyor. Üretiminde, hasadında, gıdaya dönüşümünde gerek devlet kuruluşları gerek yerel yönetimler ülke çapında yatırımlar yapmalı, teşvik etmeliler.
Fırınlardan, marketlerden siyez ekmeği, bulguru ve unu isteyerek Anadolu’nun kadim tahılını yaygınlaştıralım. Hem sağlığımız hem de tarımımızı teşvik edelim, yaşatalım, yaşayalım…