Bir hayalim var benim insanlığa dair... Yan yana gelen farklılıklar, farklı milletler ve yaşamlar hayal ediyorum.
Bir hayalim var benim insanlığa dair... Yan yana gelen farklılıklar, farklı milletler ve yaşamlar hayal ediyorum. Barışı arzuluyorum milletler arası; savaşı arzulayanları bu nedenle hayal kırıklığına uğratıyor yazdıklarım. Halbuki kimlik dediğimiz şey, bize dışarıdan dayatılan bir şey, “doğal” bir şey değil. Ama sorun şu ki onu doğal zannediyoruz. Halbuki kimlik bize veriliyor, dışarıdan dayatılıyor, doğal değil… Bazen kimliğimiz bizi başka kimliklere yakın tutarken bazen de kimliğimizin bazı yönleri (dil, din,ırk) yüzünden başka kimliklerden uzağa koyuyoruz kendimizi.
Çocukluğumuzdan itibaren “nefret edilecek milletler, azınlıklar, dinler öğreniyoruz. Kimlik bize sorumluluklar, ödevler, yakınlıklar ve uzaklıklar çiziyor. Halbuki tüm bunlar, yani kimliğimiz, bizi sınırlamamalı! “Farklılığı koruyarak” yaşamalıyız milletler arası, dinler arası, fikirler arası…
Saygı, anlayış ve sevgiyle tanımalıyız tüm kimlikleri. Ancak bugünün dünyasında bireycilik öyle bir yerdeki “Her koyun kendi bacağından asılıyor.” ve biz kimseyi umursamıyoruz, kimseye karşı sorumluluk duymuyoruz.
Hiç savaş yaşamadığımız halde, telefonlarımızdan, bilgisayarlarımızdan, konforlu alanımızın içinden insanlara nasıl savaşmaları gerektiğini söylüyoruz. Öyle hadsiziz ki aslında! Konforlu ayrıcalıklarımız bizi kibirli, üstenci yapıyor, farkında bile değiliz. Felsefeci Emmanuel Levinas, yaşanan bazı soykırımların “ahlak” ve “başkasına sorumluluk duygusu” kalmadığı için yaşandığını söyler yazılarında. Ben de bugünün dünyasında başkasına sorumluluğumuz kalmadığı için oluyor tüm bunlar diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Tek sorumluluğumuz bize benzeyene, işimizi görene, kimliğimize, çıkarlarımıza uyana… Oysa başkasına sorumluluk, iyi insan olmanın en temel ödevidir her türlü doktrinde…
Bir gün hayalini kurduğum dünyayı görür müyüm? Sanmıyorum ama barışın hayali bile güzel...