Babasının kurduğu partilere, babası
bırakınca veya ölünce “Bunu babam kurdu
kimseye bırakmam” diyenlere gıcık olurum.
Bir partiyi babası kurduğu zaman onu “Aile
Partisi” olarak kurduysa eyvallah, lakin ülke
için kurduysa orada biraz soluklanacaksın.
Sümüklü bebelerken mahalle arasında topu
olan, grubun en ayrıcalıklı kişisiydi bir zamanlar. Taştan kalelerle 3 korner bir penaltı maç
zamanlarının en havalı, en karizmatik, en
sevileni olarak lanse edilirdi. Çünkü top
onundu ve onun kurduğu takımda olmak,
onun gösterdiği mevkide oynamak “Oyuna
gir” dediğinde sevindirik olup, “oyundan çık”
dediğinde de mal gibi kalmak vardı. Top
onundu ya, kralda, şahta padişahta oydu. İstersen Messi ol, hükmün yoktu. Sana gıcık
olduysa 5 golde atsan “Top benim
oynatmıyorum” der koyardı kapı önüne.
Aynen babasının kurduğu partide “Parti
babamın. Ben ne dersem o olur” mantığı
gibi. “Genel Başkan hep benim. Benden
sonra da dedesinin koltuğuna torunu, yani
oğlum oturacak” dayatması ile güya vatan
kurtaracak bir oluşum yapılıyor.
Aslında bu “babadan oğula” geçen partilerde bizim siyasi tarihimizde başarılı
olamamışlardır.
Yakın tarihimize bakın. İsmet İnönü’den
sonra CHP koltuğuna oturan Erdal İnönü’nün
başarısı ya da başarısızlığı ortada.
Ya da 1950’li yılların fenomeni Adnan
Menderes’ten sonra partinin başına geçen
Aydın Menderes’te keza öyle.
1997 yılında Alparslan Türkeş’in vefatının
ardından Tuğrul Türkeş’ta MHP’nin genel
başkanlığına talip olmuştu. Bahçeli ile çıktığı
yarışı kaybetti. O gün Tuğrul Türkeş
kazansaydı ne olurdu bilemem.
Bugünlerde de Rametli Erbakan’ın oğlu
Fatih Erbakan babasının partisi ile siyasette
kendine yer açma derdinde. Ama olmuyor
tabii. Misyon, vizyon, tecrübe ve karizma
bambaşka şeyler.
Ya da fırtına gibi esen Turgut Özal’ın
ardından meydana çıkan oğlu Ahmet Özal.
Bir babasına bak bir de oğluna...”pehh..” denilen duruma çok iyi örnek. Yüzbin imza hedefiyle yola çıkıp neredeyse bin imzada
kalmanın dramı Küçük Emrah filmlerinde yok.
“Babamın partisi, size ne oluyor” ile
başlayan koltuk sevdası sadece soy isimle
yürümüyor. Liderlik bambaşka bir ışık, bir
feraset.
Ancak Bağımsız Türkiye Partisi genel
Başkanı Haydar Baş’ın vefatının ardından
başa geçen oğlu Hüseyin Baş istisna diyebilirim. Belki bugünlerde azda olsa partisindeki kıpırdanma ilerleyen günlerde gündem
belirleyen bir oluşuma dönüşebilir. Hüseyin
Baş kendini gerçekten iyi yetiştirmiş, gençlere
yönelik pozitif ve popüler söylemleri ile dikkat
çekiyor. Yarının siyasetinde Hüseyin Baş’ın
özgül ağırlığını daha çok hissedeceğiz gibi.
Babadan oğula parti devri ya da “kalk
oradan babamın koltuğu” bizim siyasetimizde tutmayan şeyler. Kendini
yetiştiremeyen, yeni söylemler ve fikirler
oluşturamayan, çağı yakalayan bir duruş
sergileyemenler o koltuğa bırakın yakışmayı,
yanındaki sandalyede bile yer edinmemeli.
Bu durum ülke siyaseti kadar yerel siyaset
içinde geçerli. “Babam bu ilçede baştacıydı.
Bende oğluyum ve aynı soy isimle çıkar
fırtına gibi eserim” diye düşünen varsa,
hemen başka şeyler düşünmeye başlasın.
Aynı soydan ya da genden gelmekle olmuyor
bu işler.
Bu defa halkın sağ duyusu devreye giriyor
ve “Artık top bizim, asıl biz sizi
oynatmıyoruz” diye gereken dersi veriyor.