Büyük bir felaketi, akabinde acıyı hep birlikte yaşadık. Üzüldük, ağladık, sokrandık, çemkirdik, tepki gösterdik... Asıl bundan sonrasına bakmak zamanı şimdi.
Haymana bir deprem bölgesi değil. Ancak tüm büyük fay hatlarından ve olabilecek bu büyüklükte depremlerden etkilenecek, hatta yıkım bile yaşayabilecek bir coğrafyada. “Taş gibiyiz. Bizim buralara birşey olmaz” diye bir mantık yok. Bir harita geçti elime, Ankara etrafındaki aktif faylar sebebiyle 6’nın üzerinde deprem olmuş kadar etkilenebiliyor. Yani ev alırken “mutfağı nasıl da geniş, fayansları pek güzelmiş, balkonuna bayıldım, banyosuna bittim” demeyin. Alın karşınıza ev sahibini “Çıkar bakalım şu depreme dayanıklılık belgesini” deyin. Ondan sonra evin içine ayılıp bayılırsınız.
Gelelim asıl meseleye. Ben beklerdim ki depremin ilk günü iktidarı, muhalefeti hep birlikte kamera karşısına çıkarak “Bu ülke hepimizin. Bu yanan canlar aslında biziz. O nedenle bugün kavgayı, siyaseti, birbirimize laf sokmayı ilerde yapacağız. Şimdi hep birlikte bu enkazı kaldırmamız gerekiyor”demelerini. Olmadı. Biri tehdit etti, birisi ötekini suçlu, sorumlu ilan etti...falan filan. Bu bizim siyasetçilerin milli sporu zaten. Yarına erteleyin, aylar sonra yiyin birbirinizi.. Ne var.
Burada ilk sorumluluk elbette hükümete düşüyor. Enkaz olduktan sonra toparlamak, her yere yetişmek, herkese el uzatmak mümkün değil. Değil dünya uzaydan da yardıma gelen olsa işin içinden çıkılamaz. Önemli olan o binaları yıkmayacaksın aga. O testi kırılmadan tokatlayacaksın birilerini. Bundan sonra o İMAR BARIŞlarını yapmayın mesele. Bundan sonra bir bina yapılırken hak edene, liyakatle verin işi. Yandaş, candaş, kardaş, partidaş söylemlerinizi lügatten çıkarın. Temelden başlayarak her adımını takip edin, denetleyin. Marketlere yapılan fiyat baskınlarını inşaatlara da yapın.
O düşman, bu hain, dış güçler, Rum, Yunan, Yahudi diye hedef gösterilen devletler yardımımıza ilk koşanlardandı, unutmayın. “Yutta barış dünya da barış” felsefesine sarılmak çok mu zor. Gözyaşının rengi, dili, dini, ırkı yoktur. Sen samimi bir dostsan başkasının düşmanlığı da bir yere kadardır.
“AFAD’da bizim AHBAP’ta” demiş Haluk Levent. Aynen öyle. Bir taş kaldıran herkesi kucaklamak için daha daha hangi musibet lazım? İnsanlar AFAD’dan ya da Kızılay’dan daha çok Haluk Levent’e güveniyorsa sorun kimde? Bunu da bir iyi analiz edin. İğne çuvaldız meselesi herşey..
Ve muhalefet. En azından şu günlerde susun. Ortada düzensizlik, başıbozukluk, yetersizlik var mı? Elbette var. Ancak bunları sakız gibi ağızlarda çiğnemek, şişirip patlatmak zamanı bugün değil. Önce yaraları saralım, insanları güvene alalım, enkazı kaldıralım. Ondan sonra kim ne söylüyorsa, neyi eleştiriyorsa en yüksek perdeden eleştirsin. Ama şimdilik yolda kalmış arabaya omuz atmak herkesin görevi, amacı olmalı.
Bu afetten sonra neredeyse yeni bir Türkiye inşaa edilecek. Kirli, hesapsız, düzensiz defteri yırtıp çöpe atarak yeniden temiz bir sayfa açmak lazım. Deprem değil, bina öldürür. Kötü zemine bina yapan çakma müteahitler, onay veren mühendisler, önünü açan yerel veya genel yönetimlerdir asıl zanlı. “Dersini almışta ediyor ezber” nidaları ile başlanmalı herşeye. Tabii aldıysak ders ya da ibret. Yok aynı tas aynı hamam olacaksa herşey, bizler daha çok kirleniriz. O kiri de namlı tellaklar temizleyemez. Pisliğimiz de her 10 senede bir boğulur gideriz.
Bize yapımında çalıştığı köprünün halatı koptu diye intihar eden Japon mühendisin iş ahlakından lazım. Ahlaksızları da o enkazlara gömmenin de tam zamanı aslında..