Zamanın birinde bir Ağa ve onun çok güzel bir çiftliği varmış. Çiftlikte yüzlerce de maraba çalışırmış. Ağa şeker gibi bir adam olduğundan tüm çalışanları onu gönülden severmiş.
Bir gün Ağa kâhyaya çok uzun bir yolculuğa çıkacağını, gelene kadar çiftliğe iyi bakmalarını, döndüğü zaman her şeyin bıraktığından daha iyi, daha güzel olmasını söylemiş. Bir de yokluğunda işlerin rayında gitmesi için yapılması gerekenleri içeren mektup bırakmış. Gittikten sonra bütün çalışanlara bu mektubu okumasını, burada yazanlara göre işlerin yürütülmesini emretmiş. Sonra da herkesten habersiz gitmiş.
Sabah olunca kahya, tüm çalışanları toplayıp durumu anlatmış ve mektubu okumuş. Mektupta Ağa’nın çiftlikle ilgili her gün neler yapılmasını istediği talimatları varmış. Ağaçların ne zaman budanacağı, ilaçlamanın ne zaman yapılacağı, sulamadan çapaya her şey.. Kısacası çiftliğin işlerinin düzenli yürütülmesi ve daha güzel olması için titizlikle yerine getirilmesi gereken işler yazılıymış mektupta.
Ağadan kalan son mektubu çalışanlar canı gönülden dikkatle dinlemişler. Sanki çok sevdikleri Ağa’nın sesini duyuyorlarmış gibi.. Çok etkilenmişler ve üzülmüşler bu duruma. Ağaya özlemleri ve hasretleri her geçen gün daha da depreşmiş.
Rutin işlerini yapmaya çalışıyorlarmış ama arada bir kahyaya yalvarıp Ağanın hatıra mektubunu tekrar okumasını istiyorlar, bu vesileyle mektubu dinlerken Ağayı görüp sesini duyar gibi oluyorlarmış. Artık Ağayı hatırlamak ve anmak için sık sık okuttukları mektupla Ağayla geçirdikleri günleri yad edip iç geçiriyorlarmış.
Bu olay haftalarca, aylarca sürmüş. Ağa’nın dönüşünden ümit kesilince, anma günleri düzenlemişler çiftlikte. Bu anma günlerinde Ağa’dan kendilerine kalan tek somut şey olan mektubunu okuyorlar, yarışmalar düzenliyorlarmış. Hatta öyle ki Ağanın mektubunun hafızları bile oluşmuş. Anma günlerinde mektubu en iyi okuma, en dokunaklı seslendirme yarışmaları düzenliyorlarmış. Törenlerde, plaketler, ödüller, unvanlar vermişler münâsip gördüklerine. Artık çiftlik Ağanın mektubu konulu tören diyârı olmuş. Bu işlere kendilerini öyle kaptırmışlar ki asıl işlerini unutmuşlar. Çiçekler solmuş, ağaçlar yaşlanmış, her tarafta baykuşlar ötmeye başlamış. İşler kötüleşince kahyalar zalimleşmiş, marabalar birbirleriyle didişmekten çiftliğe bakamaz olmuşlar. Artık çiftlik eski çiftlik değilmiş.
Bir yandan komşu çiftlik ağaları gözleri buraya dikmişler, bir yandan da çiftlik içindeki çekişmeler ve kavgalar bir zamanlar yalancı cennet olan çiftlikte hayatı çekilmez hale getirmiş. Ağa yıllar sonra geldiğinde ise bıraktığı çiftlikten eser kalmadığını görüp, hayal kırıklıkları içerisinde kalmış...
İmam Gazâli'den, islamın Kur'ân'a bakışının değişimini anlatan harika bir hikâye..
Sanki bu günlerde yaşananlar gibi. Maddiyatçılığın pik yaptığı zamanlar. Dini bezirganlık edenlerin, içini boşaltanların ama bunu dile getirenlerin, acı itirafı yüze vuranların hedefe konduğu bir dünya.
“Oku” ayetiyle başlayan dinin, cahillerin elinde nasıl oyuncak edildiği, tekerlerine çomak sokulduğunda ise celallenip suyun akışının kesileceği korkusu. Hem öyle bir korku ki, cehennem ateşinden, sırat köprüsünden daha üstün, daha katmerli bazılarına göre.
İmanı İBAN’laştıranların dünyasına hoş geldiniz. Nasıl geriye bırakılan eser sizlerinde hoşuna gitti mi?
HAFTANIN TARİHİ HABERİ: 13. yüzyılda bir Papa “Kediler şeytandır. Hepsini öldürün” diye fetva vermiş. Kedilerin ölümüyle artan farelerden yayılan veba ile Avrupa’da 25 milyon kişi ölmüş..