Dev yazar Marquez “Kolera Günlerinde Aşk” ile kendi gibi dev bir eser bırakmıştı. Bizlerinde bugünlerde “Korona Günlerinde Aşk”a dair bir şeyler karalamamız kaçınılmaz.
“Lan millet kırılıyor şu günlerde, ne aşkı meşki” diye anlamadan dinlemeden sıkılmış yumrukları hissedebiliyorum. Ama durun bir dakika!. Millet virüsten kırıla dursun, hiç mi güzel şeyler olmuyor? Bence hayatın en zor şartlarında bile bardağın dolu tarafını görebilmekte tüm marifet.
Hepimiz evlere tıkıldık kaldık…eyvallah. Tüm hayat düzenimiz alt üst oldu… farkındayım. Ölüm belkide alayımıza hiç bu kadar yakın olmamıştı… çok iyi biliyorum. “Yusuf, yussufff…” diye alınıp verilen nefeslerin de takipçisiyim. Lakin tarihi boyunca birçok, belkide bugünlerin sinek vızıltısı kalacağı badireler atlattı insanoğlu. Ama her seferinde bir şekilde hayata tutundu. Her şeyin içinde bir mutluluk bulan, bence de ve yerine göre oldukça salak bir kız olan Pollyanna bu defa haklı sanki. Yaşadığımız travmanın içinden cımbızla da olsa birkaç güzel kırıntıyı çekip çıkarmak hiçte fena olmaz.
Mesala hovardaca bir alışveriş çılgınlığımız bitti gibi. Bazen ipinden boşanmış gibi marketlere saldırsakta, tamamen temel ihtiyaç için. Marka bağımlılığı, hava atmak için cüzdan boşaltılan harcamalar bıçak gibi kesildi. Ya da cümbür cemaat ve görmemişçe saldırdığımız dev AVM’lerle aramıza mesafe koyduk. Fena mı?
Buna paralel paranın, zenginliğin, şatafatın malın mülkün önemsizleştiği dönemler yaşıyoruz. Şöhretliler, b.k gibi parası olanlar, dünyayı yönetenler veya kendini dünyanın merkezinde görenlerde hastalanıyor, hatta ölüyor. Çok adil bir virüsle karşı karşıyayız bir yerde. Yolda görsek “Hürmetler Covid abi” deyip saygıda kusur etmeyecek kadar adil bir mikrop. O derece yani.
Saçıp savurduğumuz dönemden üretime geçmek için kıpırdandık en azından. Köylü tarlasına konsantre oldu. Büyükşehirlerin ışıltılı dünyasından, tezek kokulu ve toprak esanslı yaşantısına doğru yan çizdi. Herkes bir şekilde iki sokumda olsa bir şeyleri üretme, yetiştirme hevesinde. “Armut piş ağzıma düş”ten, o armut’u kendi yetiştirdiği daldan koparmaya meyillendi. Toprakla, tabiatla yeniden sulh olundu, insan özüne döndü.
İnsanlar yardımlaşmada, sırt sırta vermede daha bir mahirleşti. Hele büyükşehirlerde kapı komşusunu bile tanımayanlar, balkonlardan hal hatır sormaya, bir birinin eksiğini gediğini tamamlamaya koştu. İşyerini kapatan esnafa, baldırı çıplak hemşerisine veya hiç tanımadığı bir insana yardımcı olmak için çırpınmaya başlandı. Komşusu açken tıkınanlardan, kendisi aç yatıp komşusunu düşünen bir toplum olduk. Bazen şaplağı patlattığımız çocuklar, ya da bir şekilde sokrandığımız yaşlılarımızın üzerine daha çok titremeye, kıymetilerini daha çok bilmeye başladık. Tırnaklarına çöp değdirmemek için daha bir titizleniyoruz. Bir tarafta geleceğimiz çocuklar, diğer yanda geçmişimiz, atalarımız, analarımız nadide bir mücevher gibi asıl değerlerini buldular desek, abartmış olmam herhalde.
Kefenin cebi olmadığı bir kez daha tescillendi. Virüsten ölen zengin, yoksul aynı yöntemle ve yapayalnız gömülüyor. Kodaman cenazelerindeki Rayban gözlüklü beyefendiler, Vakko eşarplı hanfendiler kendi dertlerinde. En azından ölüm eşitlendi. İnsani değerler, sağlığın paha biçilmez kıymeti katmerli ve görkemli bir şekilde anlaşıldı. Aslında eli öpülesi bir şekilde bu virüs hayatımıza manalı bir anlam kattı. Gel de bu virüse aşık olma şimdi. Hatta aşkından ölüyoruz topyekün...