Fransızca'dan türeyerek günümüze kadar gelen kravat, halkımız arasında “medeniyet yuları” olarak da bilinir. Bizde ise kullanılmaya Sultan Abdülmecit ile başladığı bilinir. İlk çıktığında askerlerin, avcıların ve çiftçilerin kir ve soğuk havadan korunmak için kullandıkları bir aksesuar olan kravat şimdi neredeyse herkesin boynunda.
Tarihçesinde kir ve soğuktan korunmak için taktıkları aksesuar şimdi bir anlamda itibar meselesi olmuş. Kravatı adamlıkla karıştırmışız ki bazıları kendini fasulyeden nimet sanmaya başlamış. El parçası kadar kumaş, açılmayan kapıları ardına kadar açmış, özellikle kırsalda “Essahtan adam” sıfatına büründürmüş bazılarını. Kravat takıyorsa “Haa.. möhüm adam” demişiz.
Bazılarına çok yakışsa da, bazı boyunlarda at kuyruğuna kelebek konmuş gibi duruyor. Hele o takanın huyunu, suyunu, karakterini az çok biliyorsanız durumu kravat bile kurtarmıyor.
Bu medeniyet yuları kimlerin boynunda? Çok uzaklara gitmeye gerek yok, şöyle bir etrafınızı süzün yeter, her nerede yaşıyor veya yaşatılıyorsanız.
O el parçası kadar kumaş yine tarihçesinde olduğu gibi birçok kire ve kirli ilişkiye paravandır aslında. Zekası ve yeteneği ile bir yerlere gelememiş zat-ı muhteremler, emmi-dayı torpili ile kapağı yağlı ve ballı makamlara attıklarında ilk kravat takarlar. Takarlar ki pahada beş para etmeyen özgül ağırlıklarına birkaç gram binsin.
Dediğim gibi uzaklarda aramayın, sabah önüne 10 koyun kattığınız, akşama beşini kaybedecek kadar yeteneksizlerin nerelere geldiğini görürsünüz. Hele birde makamlarında öyle bir oturuşları vardır ki, oradan kalktıkları anda her şeyin yerle yeksan olacağına hem kendilerini, hem de etraflarını inandırmışlardır. Elli gram kumaştan yapılan kravatın tonlarca basan kuvvetidir bu işte.
Sokağa çıktığınızda, siyasete göz attığınızda, herhangi bir makam veya mevkiye gittiğinizde görürsünüz onları. Öyle yükseklerde yer tutmuşları vardır ki, ismini yazmaktan acizlerdir. Ama o boyunlarındaki kravatın gazı ile dünyayı kurtardıklarını sanarlar.
Bir şeylere paravan demiştim ya... Mesela muhabbet tellalları pek sever onu. Sattıkları insan bedeninin örtüsüdür. Tefeciler de bayılır, kirli paralarının lekesini alır. Gayrı meşrulukta hızlarını alamamışların geçiş üstünlüğüdür.
Bazılarının boynunda öyle eğreti durur ki, dile gelir bağırır sanki kravat “Bu boyundan ne haram lokmalar geçiyor” der sağa sola atar kendini mübarek kumaş. Siz anlarsınız onları. Düzeltmeye kalksa, kravatı bağlamayı bilmez. “Hiç sevmem şu mereti” der, çıkarıp vicdanını hafifletir. Aslında bıraksa o kravat cana gelip sıkıverir o ümüğü ama, bir garip bez parçası işte...
Kısacası onu takan bazıları bizi, geleceğimizi, hayatımızı yönetenlerdir. Adınız gibi bilirsiniz semt pazarındaki tezgahtan alınan en ucuz kravat bile onu takandan daha değerlidir aslında. Ama neylersiniz ki adaletin terazisi bir kere şaşmaya görsün. Soytarıyı sultan eder, adamı maymun.
“Lan kimden bahsediyor” acaba? Diye tepe artlarına bakmayın. Hemen yanı başınızda görürsünüz onları. Avret yerlerini örten incir yaprağı gibi kravatı ile tüm kirini gizlediğini sanırlar. Ama pislik paçadan akmış, kokusu dağları sarmıştır. Bazende boyunlarından çıkarıp oralarını silerler, medeniyet yularlı beyefendiler...
HAFTANIN HABERİ: Cimcime Meydan düzenlemesi son yıllarda gördüğüm en anlamlı ve güzel çalışma olmuş. Kimin nokta kadar emeği varsa binlerce teşekkürler..
HAFTANIN SÖZÜ: Önce muhtaç bırakıp sonra yardım etmek, planlanmış cinayettir..