Değnek kelimesi hayatımızda çok önemli yer tutar. Konuşmalarımızda da bir çok yerde kullanır, anlattıklarımızın altını doldururuz. Siyasilerin de can simidi gibidir aslında değnek. Seçim meydanlarında ölümüne sallayan siyasiler, koltuğa kurulduktan sonra, hele de icraatları yapmakta gecikince “Yav elimde sihirli değnek yok ki, dokununca her şey olup bitsin” diye savunma mekanizmaları geliştirir, bir anlamda topu taca atıverirler. “Peki bu değneğin bizimle ne alakası var?” Diyebilirsiniz. Anlatayım. Kimse üzerine alınmasın ama şu andaki mevcut Haymana da birçoğumuz (buna ben de dahil) köyden değneği atıp buraya geldik. Daha da net ifade etmek gerekirse çobanlık yaparken, “Köyde çok süründük, haydi biraz da gidip şehirde sürünelim” deyip, dürdük bohçayı yorganı geldik buraya. Zamanla alıştık, elimiz iş tuttu, haşır neşir oluverdik şehirle. Bazılarımız, mal, mülk mekan sahibi oldu. Bazılarımız da koltuk, mevki, kariyer edindik, karınca kararınca. İşte bu kazanımlar bizi köyümüzden ederken, kişiliğimizden de etti bazen. Dün elimizden attığımız değneği unutup, “Her şeyi en iyi ben bilir, ben yaparım” moduna geçiverdik. “Her işin erbabı benim, benden daha iyisi yok, burayı ben hak ediyorum” havalarıyla komşunun bahçesinden aşırıp koltuğumuza kıstırdığımız keleği unutup, “Benim koltuğuma iki karpuz bile az gelir” sevdasına kapıldık. Bazen haddimizi aştık, bazen feleğimizi şaşırdık. Misal yönetimin çeşitli kademelerinde hiç te hak etmediği halde, yer tutan makam mevki sahiplerini biliyorum. Ya siyasi bir kişiliğin şakşakçılığını yapmıştır, ya o şakşakçılığı yapanın hısım veya akrabasıdır, ya da kendini çok iyi pazarlayan birisidir. Yoksa oturduğu koltuk, bulunduğu makam ona belki on gömlek fazladır. Ama ona sorsan “az bile” der “Ben daha iyilerine layığım” Ama malzeme ve bu malzemeden mütevellit ortaya çıkan eser ortadadır. Konuşmadan tutunda adap, üslup ve yapılan iş kendisini fazlasıyla ele verir zaten. Turizm bölgesi ünvanını almış bir yerin kritik mevkilerindedir bazıları. Derdini anlatacak kadar yabancı dil bilmesini geçtik, ölmeyecek kadar Türkçe’yi bile kafa göz yara yara konuşur. Ama görevi bire bir müşteri veya misafir ile muhataplıktır. İlçenin aynası, müessesenin patronu konumundadır. Ya da çok önemli bir yerin müdürü, şefi, ya da sözü dinlenen kişisidir. Ama yaptığı işin pisliği paçadan aksa da, ona göre “Ben daha iyisini yapana kadar en iyisi bu” der. Bulunmaz hint kumaşlığı mertebesinin zirvesindedir, beyzadem. Aralarında gerçekten kendini yetiştirmiş, eğitimini kültürünü dört başı mağmur etmiş, her yönüyle bulunduğu makamı mevkiyi hak etmişlerde vardır elbet. Ama o mütevazidir, ne kendini ne de işini pazarlayamadığından, zamanla atıl hale gelir. Kıyıda köşede unutulur ve zamanı geldiğinde bir başka torpilli gelip babasının malı gibi onun yerine oturuverir. Ne geçmişini hatırlar, ne yeteneğini sorgular, ne de eğitimini. “Ben hak ettim” der. “Birileri önümü açtı” demez, kimseye de dedirtmez. “Haklıyım da haklıyım” feryadı dağları deler. Kuru değnek cana gelmiş, olmayan olmuş, tutmayacak dua kabul oluvermiştir, ne hikmetse. Diyeceğim o ki, bir ilçenin kaderini, gelişmişliğini veya geri kalmışlığını belirleyen liyakat bizim buralara pek nadir uğruyor. “Benim torpilim senin torpilini döver” diyenler en olmadık yerlere en olmadık mantıkla geliverir. Dün elimizden attığımız değneği unutup, bugün “Ben bu memleketin direğiyim. Ben olmazsam yıkılıverir” egosu bizi alıp nerelere getiriyor. Sonra da yine işin içine siyaset giriyor, kayırmacılık giriyor, arkalı akrabalar giriyor, ilçenin hali ortaya çıkıyor. Külkedisinin şatafatlı arabası zamanı gelince kabağa dönüveriyor. Kimse de işin içinden çıkamıyor. Buna ne diyelim o zaman, hah buldum, “iki ucu b…lu değnekHAFTANIN HABERİ: Her şenlikte görmeye alıştığımız Latif Doğan konuştu, “İzzet Altınmeşe ve Necla Akben’in Haymana’ya gelme rekorunu kıracağım inşallah”

HAFTANIN SÖZÜ: Erkeğin dekoltesi cüzdanıdır. Ne kadar çok açarsa o kadar çekici olur. SAYGILARIMLA