“Salih Sezer iple asarak kendini öldürdü.” Bizim gazete dahil her tarafta böyle yazıldı, çizildi, konuşuldu. Peki böyle mi olmuştu. Salih’in katili kendisi miydi, yoksa başkası mı? Evet.. Salih maalesef intihar etmedi, öldürüldü..
Salih’i kendisi değil, garibanlık, yoksulluk, kimsesizlik, yalnızlık ve en sonunda çaresizlik öldürdü. Tüm bunları görmeyen, duymayan, hissetmeyen, bilse de bile umursamayan bizler öldürdük.
Bir Salih çok geldi Haymana’ya. Bir o’na iş bulunamadı, bir o’na el uzatılmadı, “Gel de biraz da sen sebeplen” denilmedi.
Salih’in Haymana’da öyle kalabalık sülalesi yoktu. O nedenle nalet olası seçimlerde oyu da azdı. Salih’in hatırlı emmisi, dayısı da yoktu. O nedenle işe girecekse ismi en sonlara yazıldı, görmezlikten gelindi, sessiz feryadı duymamazlığa vuruldu. Zaten yıllar önce rafa kaldırılan “liyakat” Salih’in ve nice Salihlerin semtine bile uğramaz oldu.
Bir lokma ekmek verilecekse önce siyasi kimliğine bakıldı, sonra sülalesinin kelle sayısına, sonra kendisinin olmasa bile çevresinin parasına puluna... Salih gibilerin garibanlığı, kimsesizliği, çaresizliği zerre önemli olmadı bizim ellerde. Varsa yoksa makamı mevkiyi şanı şöhreti korumak. Bunlar içinde Salih gibilerin hatırı yok.
Bir tek Ahmet Sezer abi ne yapsın. Bunca yıl kol kanat gerdi. Ana-baba, ağabey, yoldaş oldu kardeşine. Ama yetmedi. Toplum her defasında 3 maymunu oynadı Salih’ler için. Onların perişanlığını görmedi, duymadı, konuşmadı..
Bizler anca şatafatlı düğünler yaparız. Ancak lüks mekanlarda güya düşman çatlatan yemeli içmeli paylaşımlar yaparız. Anca caka satar, hava atar, ona buna nisbet yaparız, “Bende var ama kimsede olmasın” fesatlığı ile soslayarak hemde. Saraylarda yaşar, tepelerden bakarız dünyaya. Aşağıda olup biteni kim görecek. Salih ve Salih’lerin evinin içinde kopan garibanlık fırtınasını kim bilecek?
Ağzımız dolu dolu zıkkımlanırken “Allah olmayana da versin” ucuzluğunu saçarız sağa sola. Allah bize vermiş biz de başkalarına verelim’i kimse üstüne alınmaz nedense.
İntihar eden kişi kendini cezalandırmaz aslında. Biz öyle zannederiz. Oysa intiharın birincil amacı sitem ettiğin, küstüğün, kırıldığın ve “Ben öleyim de o üzülsün, kahrolsun, vicdan azabı çeksin” hesaplaşmasıdır işin aslı. Kişi bir başkasını cezalandırmak ister, kendi canı pahasına. Salih’te ne kadar anlarız, ne kadar gocunuruz bilmeden belki de “Haymana işte ben gidiyorum. Siz eğer bir damla vicdanınız varsa azıcıkta olsa sızlasın” diye yaptı.. Kimbilir. Yoksa el kadar oğlunu, bir dakika bile yanından ayırmadığı evladını bir anda ebedi çileye salmazdı. Yapmazdı bence.
“Tüh” dedi birisi. “Yaktı öbür dünyasını. Aslında cenaze namazı bile kılınmamalı” dedi. Kendi fetvasını bilmiş bir tavırla koydu ortaya. Salih’in içindeki buhranı, kopan fırtınayı, yaşadığı çalkantıyı bilmeden, kesti ahkamını. Hırsızın, arsızın, tecavüzcünün, tefecinin, hainin, katilin namazı kılınsın, bir sinek incitmemiş, bir can yakmamış, tek kendi canına gücü yetmiş Salih’in mi namazı kılınmasın? Lan bırak.....
Salih iple kendini astı. Hayır o iple Salih ve Salihler hepimizi, insanlığımızı, vicdanımızı, ne kadar dandik bir toplum olduğumuzun ipliğini pazara çıkardı aslında. Katil Salih değil hepimiziz aslında. Belki tüm Haymana, birtakım siyasiler, koltuk sevdalıları, makam mevki aşıkları, para pula kul olanlardı belkide katil.
Salih sessiz sedasız hepimizin yüzüne çarptı gitti, acıtan gerçeği ve asıl katilin kim olduğunu. İlmek atılmış ip olayın en büyük şahidiydi sadece....
HAFTANIN SÖZÜ: Herkes kendi cehennemine ateşini kendisi götürür..