Yeni yıldan herkes bir şey ister. Kimi para, kimi mal mülk, aşk, kimi de sağlık sıhhat.
Uçuk istekleri de olan çoktur. Kimisi yeni yılda evlenip çoluk çocuğa karışmayı hayal ederken, bazısı da karısından kurtulmanın duasını eder. Kaynanasız bir yıl dileyen gelinlerin sayısı da hayli fazladır. Yeni bir iş, yeni ev ve elinde olanın daha iyisini isteyen çoktur.
Bense yeni yılda iyi, şiddetli bir deprem istiyorum. Öyle bir sallayıp geçenlerden değil ama. Vurdu mu feleğimizi şaşırtmalı. Taş taş üstünde koymayan cinsten. Dünya tarihinin en şiddetli depremi olmalı. Merkez üssü de Haymana’nın tam göbeği olmalı.
Evet tam Haymana’nın ortasında her yeri yerle yeksan edecek bir deprem. Ancak bunun yanında öyle bir teknoloji olacak ki, herkes saatler hatta günler öncesinden haberli olacak. Herkes evini boşaltmış, tedbirini almış olacak. Kimsenin burnu dahi kanamayacak kısacası. Devlette tüm imkanları ile yaraları sarmaya hazır olmuş şekilde bekleyecek.
Çekirdek çitleyerek, kola cips eşliğinde tadını çıkararak seyredeceğiz, dünyanın en yıkıcı depremini. Hatta beli ağrıyanlar yere yatıp kulunçlarına doğru vurmasını isteyecek, “Biraz daha yana ohhh, hay rihterin dert görmesin” diye.
Peki neden istiyorum bu her tarafı yıkan, ama kimsenin burnunun bile kanamadığı depremi? Çünkü Haymana’nın mevcut yerleşimi ile adam gibi bir güzellikte büyümesi gelişmesi mümkün değil. Yerle yeksan olacak bir Haymana’nın yepyeni bir anlayış ve mimariyle yepyeni bir mekana sıfırdan kurulması gerekiyor.
Mesela Kadıköy yanındaki düzlük olabilir. Tamamen devlet teminatı ve gücü ile oraya anahtar teslimi bir Haymana kurulmalı. Sokakları geniş ve ferah. Binaların birbirinin sırtına binmediği. Parkların, bahçelerin, oyun alanların, çocuk parklarının, alabildiğine ormanlığın, yaşamın aynası yeşil alanların bol bol olduğu bir başka dünya, bir değişik alem.
Şimdiki halini görenlerin hangisi istemez bu hayali. Ana caddesinde bile yeterli kaldırımı olmayan bir şehirde, “Lan bu Haymanalılar yolun ortasında yürüyor” lafını yiye yiye bugünlere geldik. Dar yollardan, her boş yerin park yeri gibi kullanıldığı arabalardan, mezarlığı bile çöp ile birleşik bir şehrin insanı olmaktan yorulduk. Adamı olanların istediği gibi kat çıkabildiği, kafasına göre inşaat yapabildiği daracık sokakları, zevksiz ve bunaltıcı mimarisi ile buralara kadar utana sıkıla yaşadık. Yeter artık.
Yeni bir Haymana’yı istediğiniz gibi hayal edin ve kurun. Ama bu işi erbabına yaptırın. Şehir planlamacılarına, peyzajcılara, mimarlara bırakın. “Ben onların hepsinden daha iyiyi bilirim” deyip, şehrin şirazesini kaydıranlardan o kadar ağzımız yandı ki, işte o çok bilen(!) yöneticilerden bu haldeyiz.
O nedenle “Gelişemiyorsan güzelleş” mantığını devreye sokmanın tek yolu, başka yere bambaşka bir şehir inşa etmekdir doğru olan. Fabrika, işyeri, organize sanayi veya ona benzer hayaller kura kura boş beleş yaşadık. Türk filmlerindeki pembe panjurlu ev hayali kuran Filiz Akın-Ayhan Işık’a döndük. Ama hep Hüseyin Peyda’lar, Erol Taş’lar tekerimize çomak soktu, kazanan hep onlar oldu. Hunharca gülüşleriyle katlettiler hem hayatımızı, hem geleceğimizi.
Bir deprem hayalim çok mu o zaman? Çünkü bizim zor gelişeceğimiz bunca yılda ortaya çıktı. O zaman güzelleşmek zorundayız. Küçük, ama şirin bir ilçe olmak, doğa ve şehir estetiği ile farklı ama bir o kadar albenili olmamız lazım. Turizm şehrine bu mevcut görüntü yakışıyorsa, ben başka bir şey demiyorum. Depremle yaşamaya belki alışırız ama, bu köhne şehirle yaşamaya alışmak veya alıştırılmak en büyük yıkım bence.
HAFTANIN HABERİ: Geçinememekten kendini benzin döküp yakan işçi için yetkililerden acı açıklama geldi “Kilometrede kaç lira yakıyor bu?”
HAFTANIN SÖZÜ: Bu ülkede dokunulmazlık milletvekillerinin değil çocukların hakkı olmalı..
SAYGILARIMLA