Dönemin belediye başkanının en büyük projelerinden birisiydi. Bu proje o zaman hepimizi öyle sarıp sarmalamış, o kadar inanmıştık ki, Gölbaşına çalım satar hale geldik.
Neydi bu proje? Elbette göletten bahsediyoruz. Hasan Ağa deresine pranga vuran bu gölet hepimizi başka hayaller kurmaya zorlamış, her köşe başında “daha başka neler yapılabilir”i konuşmaya başlamıştık.
Ama bir şey yapılmadı. Gölet, su birikintisi olarak kaldı. Abartmıyor, ya da küçümsemiyorum. Benim gözümde tam adı budur, “Su birikintisi”
Yapılış amacı neydi, şimdi ne oldu veya neye yaradı? Oturun sabahlara kadar tartışın.
Oysa neler yapılmazdı.
Göleti şöyle bir gözünüzün önüne getirin diyeceğim ama eminim birçoğunuz daha gitmemişsinizdir bile. Çünkü gidecek, merak edilecek bir şeyi yok. Ya da gitmeye kalksanız yolu yok. Ya da, var da yok.
Neyse.. Oturun bir hayal kurun. Etrafı yemyeşil ağaçlar, çimler, makiliklerle çevrilmiş olsun. Arabalar için girişe yakın bir yerde geniş ve güvenlikli bir otopark. Aracınızı park ettikten sonra renkli taşlarla veya Arnavut kaldırımı ile döşenmiş bir yürüyüş yolu ile gölete çıkılıyor. Yolun kenarları her renkten çiçeklerle kaplı, börtü böceğin içinden yürürken kuş sesleri size eşlik ediyor.
Göletin yanına gittiğinizde yeşilin her tonunun olduğu mini bir orman. Masmavi bir çölün ortasındaki bir vaha gibi serinliği ile sizi gölet karşılıyor. Suyun üzerinde su bisikletleri veya küçük tekneler. Bastırıp parayı çoluk çocuk kürek çekiyor veya pedal çeviriyorsunuz. Hatta sadece olta ile balık tutuyorsunuz. Biraz oyalandıktan sonra, kıyıda ki parkta mis gibi semaver çayı bekliyor. İsteyene nargile keyfi. Birkaç kadın kenarda gözleme, içli veya başka bir şeyler yapıyor. İçecek olarak koruk, organik meyve sularını koyun. Mis gibi kokusu her tarafa yayılmış. Acıkmasanız da o koku içinizi kıyıyor, acıktırıyor.
Göletin üzerine uzanmış iskelede ayrıca restaurantlar var. Kebapçı, pideci veya yöresel ev yemekleri yapan birkaç küçük butik lokantalar. Göletin karşı yakasında ise içkili restaurantlar, birahaneler. Şimdi birileri “orayı meyhaneye çevirdin, içki olan yerde huzur olmaz” falan diyecek. Haymana’da yıllar önce birçok içkili restaurant, lokanta varmış. Büyüklerinizden bir dinleyin kaç tane olay olmuş ta huzur bozulmuş. Siz yeter ki o kültürü sağlayın ve içene de içmeyene de saygı duymayı öğrenin gerisi teferruattır. Ayrıca “turizm bölgesiyiz” diye hava atacaksanız, içkili mekan olayını da benimseyeceksiniz. Yoksa kimsenin Müslüman mahallesinde salyangoz sattığı falan yok.
Sonra göletin daha dik yerlerine yürüyüş parkurları, kondisyon aletleri olan parklar, küçük piknik ve mangal bölgeleri oluşturun. İsteyen para ile yesin yemeğini, isteyen pikniğini yapsın, çoluk çocuk yata yuvarlana sıra dışı bir gün geçirsin. Çocuklar için ayrıca küçük oyun alanları inşa edin. Yani 7’den 70’e herkese hitap eden bir konsept yapın. Bakın Ankara’dan insanlar, otellerde sıkıntıdan patlayanlar nasıl akıyor.
Gerekirse girişte cüzzi bir para alın. Restaurant ve diğer mekanları liyakatli bir şekilde işin ehillerine kiralayın. Bir de huzuru ve güvenliği adam gibi sağlayıp, akşamları mis gibi temizleyin yeter. Gerisi kendiliğinden gelir zaten.
“Ne gereği var kardeşim”, ya da “para pul yok bir de onu çıkarma başımıza” derseniz, siz bilirsiniz. O zaman orası da hayaller kurulan bir gölet değil benim ve herkesin gözünde su birikintisinden bir adım ileri gitmez.
HAFTANIN HABERİ:Televizyondan zayıflama çayı sipariş eden F.T(47) bu çaya 6 haftada tam 1500 TL vererek enayiliğine doymadı.
HAFTANIN SÖZÜ: Benimle ilgili problemin varsa, o sizin probleminiz.
SAYGILARIMLA