Sıradan bir gün memleketimde. Saat sabah 8.45. Bakkalların çoğu açmış müşteri bekliyor. Ama kimseler yok. Ama BİM’in önünde insanlar kuyruk olmuş, saat 9’da açılmasını bekliyorlar. Bekleyenlerin çoğunluğu köylüler. Açılır açılmaz televizyonlarda kampanya yapan marketler gibi itiş kakış içeri giriyorlar. Bizim mahalle bakkalı hala müşteri bekliyor. BİM’e bakıyor göz ucuyla. Gözündeki yaşı yanındaki yine müşteri bekleyen komşusu siliyor, “Toz kaçtı herhalde” diyor. İkisi de anlıyor birbirini ama, susarak anlaşıyorlar besbelli.

Yarım saat sonra BİM’den çıkanlara bakıyoruz bu defa. Demiştik ya “kuyrukta bekleyenler daha çok köylüler” diye. İşte o köylülerin poşetlerinde tavuk, bazlama, peynir, ayran ve kurutulmuş sebze konserveleri. Adı köylü ruhu şehirli olan hemşerilerimiz üreteceklerini, sabahın köründe kuyrukta bekleyerek marketten alıyor. Oysa o saatlerde kalkıp köyünde işine gücüne baksa alayını kendi yetiştirecek. Köylünün ruhuna el Fatiha okuyor, Merkez cami köşesinde güneşlenen cemaat.

Bir çocuk ekmek almaya gidiyor fırına. Ayağına takıştırdığı terliklerle çıkmış sokağa. Ama gözü sokak köpeklerinde. Sağında solunda çöplüğün başında, yol ortasında, ana caddede irili ufaklı, analı, danalı, enikli köpekler. Korku gözlerinden okunuyor. Hangi sokağa sapsa, ne yöne dönse manzara aynı. Çocukların olması gereken sokaklar köpeklere kalmış. Köpekler yerinden yurdundan edilmiş çaresiz. Onlara bir çözüm bulunamayışından çocuklar evlere mahpus. “Gül gibi geçinip gidemiyorlar” maalesef. Çocuk, çocuk olduğu için köpeklerden korkuyor, köpekler adı çocukta olsa insan olduğu için tedirgin. Bir yaman çelişki içinde farklı ekmek kavgası var.

Bir misafir banyocu gelmiş, methini duyduğu hamamlara. Arabasını koyacak yer arıyor. Nereye çekse “Tükanın önünü kapama kardeşim” ile karşılanıyor. “O zaman bir otopark gösterin” diyor. Herkes şaşkın, “yok ki” diyorlar. Ana cadde üzerine park etmek zorunda kalıyor. Onun peşi sıra diğer araçlar ard arda diziliyor. Ortalık felç. Değil araç, nefes geçemiyor ana yoldan. Ortalıkta bir trafik polisi bile yok. Araçları yönlendirecek, geçişi sağlayacak, dangur dungur park edilenleri uyaracak. Turizm şehri değil bir dağlı kasabasını andıran görüntü var ortada. Ortada olması gerekenler piyasada yok. O nedenle piyasa “ilk yeri ben kaptımlara” kalmış.

Vakit öğlen. Devremülklerden, otellerden insanlar çıkmış sokağa. Haymana’yı gezecekler belli. Bir aşağı, bir yukarı turluyorlar, şehir bitiyor. Otellerinde, devremülklerinde kapalı kalmaktan sıkılıp patlayanlar, bu defa şehirde boğuluyorlar. “Aracımız var nereye gidelim?” diye soruyorlar. Ne soran biliyor cevabı, nede sorulan. Karşılıklı bakışıp susuşuyorlar. Konuşmadan anlaşılamak ne acı. Acıyı bal eyleyememek gibi bir hünersizliğimiz oluyor nur topu gibi. Tıpkı bize benziyor.

İkindi vakti, bakkal hala müşteri bekliyor, büyük marketler daha bir kalabalıklaşıyor. Bakkal toptancıya vereceği parayı denkleştirmek için sağa sola koşturuyor. Kimsede yok ki. Büyük marketin müdürü parayı tomarlamış, bankaya gidiyor. Kim bilir hangi genel müdürlüğe havale edecek. Parasızlıktan havale geçiren esnaf umurunda değil. Yaprak döküyor bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe. Bu ne yaman çelişkiye ağıt yakacak takat ta yok, mecal de.

Akşam olmuş alışkın olunmayan bir yaz yağmuru yağıyor memlekete. Karanlıkla birlikte hüzün çöküyor. Erken saatte boşalıyor sokaklar. Bir tek kahvehaneler doluyor. İşsizlerden iş üreten tek kurum kahvehaneler olması da bir başka ironi.

“Her iki günü aynı olan zarardadır” denmiş. Biz bir önceki günü daha çok arıyorsak, askıda ekmekle birlikte biraz da huzur ve mutluluk lazım. Uzaktan çok güzel bir şehre benziyoruz bence. Ama baya bir uzaktan...

HAFTANIN HABERİ: Doğada zor şartlarda hayatta kalan Bear Grylls, Türkiye’ye gelip asgari ücretle bir ay hayatta kalmaya çalışacak.

HAFTANIN SÖZÜ: Bir papaz doları 5 TL’ye çıkardı, binlerce imam geri düşüremedi.

SAYGILARIMLA