Geçenlerde müftülük ve imamlar hakkında yazmıştım yazımı. Tabii “Yürüüü doğruları yazmışsın. Kim tutar seni” diyen de var. “Bu memleket ilkokul mezunu Belediye Başkanları gördü. O günlerde çıkıp da "ilkokul mezunu belediye başkanı olur mu" dedin mi hiç Yavuz bey? Sorguladın mı demiyorum. Sorgulayabildin mi bunu? Şimdi küçük mahalle imamlarının mezuniyetini sorgular olmuşsun” diyen de.
“Yürü.. kim tutar” seni minvalinde yazanları bir kenara ayırıyorum, çünkü doğruları yazdıysam zaten sorun yok. Ama “ilkokul mezunu belediye başkanları gördü” diye kaleme gol atmaya çalışanlara iki çift laf ederim.
Birincisi benim sorunum diploma değil. İnsan ister ilkokul mezunu olsun, ister Oxford mezunu. Sorun diplomada değil. Bakınız Cumhurbaşkanı’nın bile diploması sorgulanıyor. İnsan imkanları doğrultusunda bir şekilde diploma sahibi olabilir. Mesele hasbel kader bir kağıt parçasına sahip olmak değil, o kağıt parçasını ne kadar hak edip etmediğidir. Memleketimde üniversite okumayanı neredeyse dövüyorlar. Ama okuyan kendini ne kadar yetiştiriyor, ya da üniversiteler öğrencilerine ne verebiliyorlar, onu deyiverin bana. Demek istediğim de tam da bu zaten. Diplomalı bir cahil olmak mı, yoksa diplomasız bir alim olmak mı? İşte bütün mesele bu. İnsanın okuduğu okul veya aldığı diplomadan çok, dünyaya bakışı, olayları yorumlaması, süzmesi, dersler çıkarıp önce kendi, sonra da dış dünyaya bakışı mesele. Diploma veya eğitim elbette önemli ama, her şey değil. Ama doktorluk için Lokman Hekim gibi derya deniz tıp alanında bilgi sahibi olsanız da, diplomasız kıytırık bir sağlık ocağında, iğne bile yaptırmazlar size.
Diyeceğim o ki; imamlık yapacaksanız dahi bunun teorisini ilahiyat fakültesinde okuyarak, pratiğini de, dünyayı, hayatı, insanları, doğayı okuyarak tamamlayabiliyor musunuz? Ben ona bakarım.
Köyümüze zamanında bir imam geldi, diyebilirim ki vatan-millet sevdasını, felsefeyi, insanlarla iletişimi, empati yapabilmeyi, kısacası hayatımda kilometre taşı diyebileceğim bir çok konuyu ondan öğrendim. İlk hayat öğretmenim desem abartmış olmam hatta.
Köyümüze zamanında bir başka imam geldi. Orhan Gencebay’ın Haydarpaşa Garına indiği gibi bir tahta bavulla geldi. Giderken bir kamyonet dolusu hayvanla memleketine döndü. “Ne var kardeşim çalıştı, çabaladı, kazandı” demek olaya şaşı bakmaktır. Düzgün bakış ise dünyada olup bitenden bi haber, sadece ve sadece maneviyata odaklandığını ballandırarak anlatıp, maddiyatta yükünü tutmasıydı. Anlatmak istediğim budur. Popüler bir dizideki şarkı gibi “Fark var.. insandan insana büyük fark var” Kendini her alanda iyi yetiştirirsen diploma bir teferruattır. Ama her ikisini de yerine getirirsen o zaman çifte kaymaklı baklava olur.
Sonra diyor ki arkadaş, “İlkokul mezunu belediye başkanları gördük” İyi de arkadaş burada ilkokul mezunu aday da vardı, üniversite mezunu aday da. Bunu bana değil üniversite mezunu yerine ilkokul mezununa mührü basıp seçen herkese söyleyeceksin. Ceketi çıkarıp “Adayım” diyenin suçu var da, seçenin hiç mi suçu yok?
Bir de “Sorgulayabildin mi?” diye belden aşağı aparkat çalışmış arkadaş. Ben de eski bir boksör olduğum için görünüşte sinek ısırığı gibi görünen, ama etkide insanın soluğunu kesen aparkatı iyi bilirim. Geçmiş yazılarıma, şimdiki yazılarıma da göz atıyorum, diğer yazan arkadaşlara da bakıyorum “Lan acaba haklılar mı. Yerine göre tırsak, titrek mi yazdım” diye. Valla vicdanıma danıştım ki en büyük danışmanın olur kendisi. Benim kadar sorgulayan, dikine giden, yerine göre hem nalına hem de mığına vuran olmamış. Ben yerine göre hem de herkesi gayet güzel sorgulayabilmişim. Kısaca bu yorumdaki maksat üzüm yemekse bal, şeker afiyet olsun. Ama iş bağcıyı dövmekse, bağcı da eski kulağı kesiklerden haberiniz olsun..
HAFTANIN SÖZÜ: Telefonunuzun pil ömrünü uzatmak için kitap okuyun.
SAYGILARIMLA