Markette alışveriş yaparken gözü çikolatalara ilişti. Canı çekti. Piramit biçiminde, içinde badem olan, biraz da ballı ünlü Toblerone çikolatalarından bir paket aldı. Fiyatı 6o TL idi. Ödemeyi yaptı. Birkaç hafta sonra maliye müfettişleri kapısına dayandılar. Soruşturma başlatıldı. Çünkü kadın İsveç Sosyal Demokrat Parti Başkanı Mona Sahlin idi. Çikolatanın ödemesini devletin verdiği kredi kartı ile yapmıştı. Hesap vermeye koyuldu. Dünya siyasi ahlak tarihine geçen ’Toblerone Davası’ başladı. Kendi istemi ile defalarca yargı önüne çıktı, dalgınlıkla kendi kredi kartı yerine devletin kartını kullandığını, amacının hazineye zarar vermek olmadığını anlattı. Tüm yaptığı harcamalar incelendi, mal varlığı didik didik edildi. Sonunda aklandı.

Meydanlarda “Avrupa bizi kıskanıyor…” diye bağırıyoruz ya.. Bir kez daha düşünmeyelim mi?

Ülkedeki bazı siyasetçileri “Çalıyor ama çalışıyor” diye baş tacı eden biz..

Bazılarını “İsraf ediyor ama, nasıl güzel Kur’an okuyor” diye toz kondurmayan yine biz.

Başımızdakileri “Memlekete belki faydası yok ama benim işimi şıp diye halletti” diye bencillik eden de yine biz.

Mitinglerde “Avrupa bizim tarımımızı, ekonomimizi, hukukumuzu görüp hasedinden çatlıyor” diyor ya… Peşin konuşmayalım bence.

Ya da en azından bazıları demesin. Yukarıdaki sadece küçük bir örnek. Avrupa’ya birçok konuda laf sokabilir, küçük görebilir, çamur atabilir, yerden yere vurabiliriz. Ama iş yolsuzluk olunca adamlar kimdir, necidir, makamı veya mevkisi nedir demeden tepelerine biniyorlar.

Milyar dolar götürenleri plaketle ödüllendirmekte pek bir mahiriz. Vergi kaçırıp Cuma namazını kaçırmayanların da dünyası maalesef yine buralar. Hiç sağa sola vurmayalım kendimizi. “Din işleri ile devlet işleri ayrılır mı ulenn?” diye celallenip, din ile vurgunu bir arada pek güzel yürütenlere de edelim birkaç kelam.

“Devlet malından bir hırka bile çalan savaşta şehit olsa bile cennete gidemez” diyen hadisi pas geçip “devletin malı deniz yemeyen keriz” ile vicdanımızdaki kurtları silkinerek dökenleriz. “Olmaz öyle şey” diye çemkirenler olabilir. Biz kırk kişiyiz, kırkımızda bir birimizi en iyi bilenleriz mübarekler.. yapmayın.

Yav Allah’tan Müslümanız. Allah muhafaza ya deist veya ateist olaydık nice olurdu halimiz. Hiçbir din çekmemiştir bu “En fazla ben dindarım. Dinarlıkta yarışta babamı tanımam” diyenlerden. İlk emri “oku” diyen dinin en az okuyan tebaası, yine “benim karşıma kul hakkıyla gelme de neyle gelirsen gel” diyen dinin kul hakkı yemesine topyekün sinyal çakan ahalisiyiz.

“Bal tutan parmağını yalar” ile başlayan hikaye, deveyi hamuduyla götürene kadar hiç durmaz, masallaşır, efsane olur. Bunu gören, duyan, bilen ya banane’ci olur, ya da sus payını alıp taş buz kesilir.

Yolsuzluğu erbabı yaparsa “işini bilen”, eline yüzüne bulaştırırsa salak olur. Kimse “bu benim, çocuklarımızın, geleceğimin hakkını çalıyor” demez. Öyle muhteşem bir memlekette yaşıyoruz ki, bunca israf, yolsuzluk, yalan dolana rağmen ayaktayız. Ama iş lafa gelince “kahrolsun Avrupa, yerin dibine batsın batı”

Adamlar bir çikolatanın hesabını tüm dünyanın gözü önünde sorarken, biz dalavereyi en çok yapanı en memleket sevdalısı ilan edeniz. Avrupa’ya tuvaleti bile zamanında biz götürmüşüz ama, bir memleketin içine edememeyi kendimiz ne güzel unutmuşuz.

HAFTANIN HABERİ: Komşulardan gelen kurban etini bir haftada tüketip tekrar bulgur pilavı yemeye başlayan C.H (35) derin dondurucuda et saklayanlara isyan etti; “Allahınız var mı lan sizin… kalanı da dağıtsanıza..”

HAFTANIN SÖZÜ: Rakı içtikten sonra aklıma geleceksen, kelle paçadan ne farkın var..

SAYGILARIMLA